Geçmişte AKP’de milletvekilliği yapan Karar yazarı Mehmet Ocaktan, Türkiye’nin son dönemde yaşadıklarına ilişkin bir köşe yazısı kaleme aldı.
Ocaktan, “Bu kadar kirliliğe isyan etmemek mümkün mü?” başlıklı köşe yazısında “Türkiye’de son dönemde yaşanan ahlaki çürümeyi ve yozlaşmayı gördükçe, dindar kimliğe sahip bir birey olarak müthiş bir umutsuzluk, çaresizlik ve hatta isyan halinde olduğumu itiraf etmek durumdayım” dedi.
“Zira siyasette, toplumsal hayatta öylesine bir kokuşmuşluk hali yaşanıyor ki, sanki bu ülke hiçbir zaman normalleşemeyecekmiş gibi bir duyguya kapılıyorum” diye devam eden Karar yazarı, Sedat Peker’in bazı iddialarını yazısında paylaştı.
Ocaktan, daha sonra şu ifadeleri kullandı:
Alın size hukuk devletine inanmayan, iktidarların denetlenip sorgulanmadığı, hesap verilebilirliğin olmadığı, liderlere itaatin esas olduğu bir İslam ülkesi fotoğrafı… Nasıl olup da bunca kirliliğin, yozlaşmanın bizim ülkemizde ortaya çıktığını anlayabilmek için genel olarak Müslüman dünyadaki siyaset anlayışının beslendiği kültürel köklere bakmakta yarar var.
Maalesef günümüz İslam ülkelerinde halen geçerli olan ‘sorgulanamazlık’ anlayışı, evrensel hukuk normlarına dayalı demokratik hukuk devletine olan inancın yeterince gelişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar söylem düzeyinde hukuk devletinden, özgürlüklerden söz edilse de ne yazık ki Müslüman toplumların zihin dünyaları henüz “totaliter” anlayıştan tümüyle arındırılabilmiş değildir. Bu yüzden de “ütopik İslam devleti” hayaliyle yola çıkanların bir tek hedefi vardır; toplumu ‘ıslah’ etmek ve doğru yola ulaştırmak…
Modern dönem İslamcılarının “İslam devleti” hayallerinin totaliter bir zihniyete dayandığına dikkat çeken ünlü siyaset bilimci Abdulvahhab elEfendi şöyle bir tespitte bulunuyor: “Bugün daha ciddi bir handikap, günümüz İslamcılarının, modern devlet kavramını destekleyen liberal ferdiyetçi ahlakı bir tarafa bırakarak, bir kısıtlama ve kontrol prensibi olarak uyarlamalarında yatıyor. Bu yanlış yorumlama, modern İslamcıları, taraftarlarını zorla cennete sokmaya çalışan protofaşistler haline getirme eğiliminde olmuştur ve tabii ki bu orijinal İslami siyasi toplum fikri değildir.” (Nasıl bir devlet, s.147)
Aslında bu gelenekselci İslami anlayış, Allah’ın insanlara en büyük nimet olarak bahşettiği “özgür irade”yi yok saymak anlamına gelmektedir. Ne yazık ki bu çizginin takipçileri çok fazla özgürlüğün Müslümanları doğru yoldan saptıracağı kanaatine sahiptirler. Neredeyse bütün İslam tarihi boyunca ulemanın verdiği fetvalar genellikle despotları destekleme yönünde olmuştur.
Kabul etmek gerekiyor ki bu zihniyet yapısının şekillendirdiği İslam ülkelerinin yöneticileri için baskı neredeyse ahlaki bir meziyet olarak görülmektedir. Oysa Abdulvahhab elEfendi’nin de ifade ettiği gibi bu baskılar İslam ahlakını teşvikten ziyade ahlaksızlığa teşvik niteliği taşımaktadır. (a.g.e, s.148)