Haberler
14 Ocak 2020 ( 4445 izlenme )
Reklamlar

“Bu Bahçeli ne yapmak istiyor?

BAŞIMDAN GEÇEN ŞEYLER

Sokakta herkes “Bu Bahçeli ne yapmak istiyor?” diye soruyor
Doğal olarak sokakta pek çok insanla konuşuyorum.

Biraz tanınırlık olunca gören mutlaka bir şeyler sormak istiyor.

Hesapta “her şeyi bildiğimizi” düşünüyor ya pek çok kişi “Bakalım bu konuda ne diyor?” diye merak ediyor belli ki.

Eskiden daha azdı, yine tanıyorlardı insanlar ama yanıma gelip sohbet eden, elimi sıkan, sevdiğini yüksek sesle söyleyen sayısı şimdi çok daha fazla.

Genelde bir korku hakimdi, bunu görebiliyordum ve açıkçası çok da alınmıyordum.

Ancak son 78 aydır o korku büyük ölçüde atlatılmış görünüyor.

Tepkiler açıkça dile getiriliyor, insanlar artık yanıma korkmadan geliyor, “Aman bir izleyen var mı, telefonlarınız dinleniyordur biz de takılır mıyız?” diye soranlar neredeyse kalmadı.

Sorular ve söylemler tabii iktidarın tutumu ve genel gidişle ilgili hep.

Ama özel olarak sorulan bir soru var.

Ayaküstü konuşmalarda bile genel siyaset üzerine bir iki cümle söylendikten sonra “Bu Bahçeli ne yapmak istiyor, siz ne diyorsunuz Can Bey?” sorusuna çok muhatap oluyorum.

Ne cevap vereceğimi de açıkçası bilemiyorum.

Çünkü inanın ben de anlamıyorum.

Örneğin Bahçeli, FETÖ’nün siyasi ayağının araştırılmasına neden karşı çıkar?

Libya’ya asker gönderilmesi konusunda neden CHP’yi cahillikle suçlar, bunun bir beka sorunu olduğunu söyler?


 
Oysa Bahçeli, çok yakın tarihlere kadar AKP ve lideri hakkında çok ağır sözler söylüyordu.

“Bahçeli ne yapmak istiyor?” diye soran İzmirli okurlarımdan Engin Demirkollu, bununla kalmayıp bazı örnekler vererek Bahçeli’ye “Bunlar sizi üzmüyor mu? Bizi çok üzüyor ve size olan güven de tamamen ortadan kalkıyor” diye seslenmiş.

İşte birkaç Bahçeli cümlesi, tabii geçmişten;

– Erdoğan ve AKP, milli güvenliğimiz için en az PKK kadar tehdittir.

– Erdoğan, aklıyla arasını açmış, klinik bir vaka haline gelmiştir.


 
– Sayın Erdoğan ya Kandil yetiştirmesidir ya Türk düşmanıdır.

– Sende şeref ve mertlik işportaya düşmüş, hurdaya çıkmış.

– İki yanlıştan bir doğru çıkmaz, tekeden süt sağılmaz, balda tuz bulunmaz, suda ateş yanmaz, Recep Tayyip Erdoğan’dan da cumhurbaşkanı olmaz. Siyasi görüşü, fikri aidiyeti, mezhebi ve yöresi ne olursa olsun, ister AKP’li, ister MHP’li, ister CHP’li olsun, her vatan evladı cumhurbaşkanı olabilir, ne var ki Erdoğan olamaz, milletin terazisi bu sıkleti çekmez”

– Milletin emeği; Erdoğan’ın kibri, müsrifliği, azgınca yaptığı harcamalar için mi harcanacaktır? Türkiye sanki Sodom ve Gomorra’ya dönmüştür. Sanki Türkiye, Erdoğan’ın mülkü ve miras malıdır.”

Bunlar gibi daha nice örnekler var.

Gerçi Bahçeli, bu sözleri hatırlatıldığında “Geçmişte söylediklerimin arkasındayım” diyor.

Ama bu çok hızlı değişimin nedenini açıklamıyor.

İşin tuhaf tarafı, MHP’lilerin neredeyse hiçbiri çok yakın geçmişle bugün arasındaki farklardan zerre rahatsızlık duymuyor.

Ya kulaklarını tıkayıp yokmuş gibi davranıyorlar ya da bunları hatırlatanlara ağır sözler söyleyerek susturmaya çalışıyorlar.


 
MHP, bana göre şimdilik AKP’den kaçanların ilk durağı gibi göründüğü için oy oranını koruyormuş hissi veriyor ama seçim zamanı çok fena olacaklarını tahmin ediyorum.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Gazetecileri sabahın köründe almaktan sıkılmadılar bir türlü
Bir gazeteci daha sabahın köründe evine baskın yapan polisler tarafından gözaltına alındı.

Tele1’de de haftada bir program yapan Ali Tezel, dün sabaha karşı “Yürütülmekte olan bir FETÖ soruşturması” nedeniyle sabah karanlığında evinden alındı.

Önce emniyete götürüldü sonra hastaneye.

Sonra da serbest bırakıldı.

İktidar; gazetecilere, aydınlara, kendinden görmediği herkese karşı yaptığı bu uygulamadan hiç vazgeçmiyor.

Ali Tezel bilinen saygın bir gazeteci.

Yazıları ortada.

Televizyon ekranı aracılığıyla halkla buluşuyor.

Kaçak değil.

O halde bir telefonla kendisine ulaşılabilecek ve bir cümle ile emniyete davet edilebilecekken sabahın köründe evi niye basılır?

Başta ailesi olmak üzere, oturduğu yerdeki komşuları, mahalle halkı neden taciz edilir?


 
Ali Tezel hangi suçu işlemiş olabilir ki evi basılarak gözaltına alınmıştır?

Bütün bunların tek amacı var.

Bu iktidardan yana olmayan herkese gözdağı vermek, korkutmak ve sindirmek.

Peki, başarılı oluyor mu bütün bunlar?

Olmadığı ortada değil mi?

ŞAŞIRDIM

Tek adamlığın böyle sakıncaları da var
Garip bir referandumla demokrasi ve hukuk düzeninden vazgeçip tek adam rejimine geçtik.

Artık kolektif akıl tamamen bir kenara bırakıldı.

Parlamento artık yok sayılıyor.

Her şeye bir kişi karar veriyor.

O ne derse o oluyor.

Elbette “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” adlı ucube sistemi çok destekleyenler, bunun aksini iddia edip “Denetim arttı, parlamento daha da güçlendi” falan gibi akla ziyan şeyler söylüyorlarsa da durum tam tersi tabii.

Bunun da üstüne genel algı da zaten bu yönde.

Kim başına bir şey gelse, bunu artık saraydan biliyor.

Çünkü oradan başka kimse karar alamıyor ki.

Bunun komik örneklerinden birini Rıdvan Dilmen’den öğrendik.

Dilmen, geçenlerdeki bir programında Beşiktaş’ta top kovalayan Caner Erkin’in aldığı cezadan Erdoğan’ı sorumlu tuttuğunu anlattı.


 
Dilmen, Caner Erkin’in kendisini arayarak “Cumhurbaşkanımız beni seviyor sanıyordum” dediğini belirttikten sonra “Hayırdır bir şey mi oldu?” diye sormuş.

Caner Erkin’in “6 maç ceza verilmesini Cumhurbaşkanımız istemiş” dediğini aktaran Dilmen, “Ben de ona ‘Oğlum saçmalama, senin ceza aldığından bile haberi yoktur’ dedim” karşılığını vermiş.

Rıdvan Dilmen daha sonra konuyu Erdoğan’a sorduğunu onun da “Hangi Caner? Ne olmuş ona?” dediğini söyledi.

Aslında buradan Erdoğan da kendisine pay çıkarmalı.

Bir futbolcunun aldığı cezayı bile kendisinin verdiği sanılıyorsa, çok sevdiği “tek adamlık” bir gün başına iş açacak demektir.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bırakın artık bu “Bölecekler” laflarını
Öncelikle içişlerine bakan Süleyman Soylu’ya geçmiş olsun demek istiyorum.

Canlı yayın sırasında burnu kanamaya başladı dün.

Doktorlar önemli bir şey olmadığını söylediler, yine de dikkat etmesi gerek.

Süleyman Soylu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Ekrem İmamoğlu’nun eşlerinin, Selahattin Demirtaş’ın eşi ve CHP İstanbul İl Başkanı ile birlikte tiyatroya gitmesine çok öfkelenmiş.

Tiyatro, Selahattin Demirtaş’ın yazdığı bir oyun.

Yani sorun elbette tiyatro değil, oyunun yazarının kim olduğu ile ilgili.

Soylu diyor ki; “Her yeri yakıp yıktılar, 39 kişiyi katlettiler. Talimatı PKK verdi. Türkiye’ye talimatı, o günkü HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve onların merkez yönetim kurulu üyeleri getiriyor. Selahattin Demirtaş bir tiyatro yazıyor. Birileri de karşısına geçip o tiyatroyu seyrediyor, alkışlıyor. Eksik yapmışsınız Kadir Efendi. Eksik yapmışsınız o tiyatroya gidenler. O tiyatronun bir tarafına şehit edilen Yasin Börü’nün de fotoğrafını assaydınız, katledilen 39 kişinin de fotoğraflarını assaydınız. Elinizdeki kanları, tiyatro oyunları ile temizleyemezsiniz. Bu milleti de aldatamazsınız. Bu ülkeyi de bölemeyeceksiniz. Yurt dışına gidip kulaklarına üflenen birtakım telkinlerle Türkiye’nin huzurunu bozamayacaksınız. Türkiye eski Türkiye değil.”


 
Şimdi siyasi çekişme nedeniyle CHP’lilerin bu oyuna gitmesini eleştirmesi mazur görülebilir Soylu’nun belki.

Ancak “Milleti bölemezsiniz” lafı nereden çıkıyor?

Üstelik Soylu, öfkesinin kapsamına bizzat Erdoğan tarafından akil adam olarak tayin edilen Kadir İnanır’ı da katmış. İşe bakın ki İnanır da “bölücü” sıfatına layık görülmüş.

Bunları bıraktım “Artık eksi Türkiye yok” lafı da kabak tadı verdi.

Allah aşkına Soylu açıklasa da öğrensek, “Eski Türkiye diye yerin dibine batırdıkları Türkiye’de kim ülkeyi bölmek istiyordu? Hem madem o kadar güçlüydüler bunlar, niye bölemediler acaba?”

YENİ ÖĞRENDİM

Önemli olan ceza yazmak değil, kazaları önlemek
Bir yolda gidiyorsunuz.

Karşı taraftan gelen araçlardan biri sinyal vererek “ileride polis kontrolü olduğu yönünde” sizi uyarıyor.

Genelde ne yapıyoruz?

Eğer hızımız yüksekse azaltıyoruz, hatalı araç kullanıyorsak kendimize geliyoruz, kemer tatmamışsak takıyoruz.

Trafik kontrolü olduğunu öğrenip bu önlemleri almak suç mu?

Hayır, tam tersine o trafik kontrollerinin önemini ve yararını ortaya koyuyor.

Gerçi bazı yerlerde polisler gelen sürücüleri uyaranları durdurup ceza da kesmişlerdi geçmişte.

Benzer bir durumun Almanya’da yaşandığını öğrendim orada yaşayan bir tanıdığımdan.

Bir eyaletteki “özel trafik radyosu”, yayınlarında sürücüleri trafik kontrolleri konusunda uyarmaya başlamış.

Bunun üzerine trafik müdürlüğü radyoyu dava etmiş.

Mahkeme ise “Önemli olan sürücülerin kurallara uygun araç kullanmaları ve kazaların azalması, radyo, sürücüleri uyararak herkesin kurallara uymasına yardımcı olmuştur. Polisin görevi, suçun işlenmesini beklemek değil önlemektir” diyerek davayı reddetmiş.

Çok haklı bir karar.

Ancak bizim gibi ülkelerde böyle bir dava açılamaz bile.

Çünkü bizde iktidarlar, trafik cezalarını bile önceden bütçeye yüksek bir rakam olarak koyan ve polisten bunun üstüne çıkılmasını isteyen zihniyete sahip.

Hangi şekilde olursa olsun sürücülerin uyarılmasından değil, tuzağa düşürülmesinden yana oluyorlar hep.

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Mehmet Ali Çelebi AKP'ye çabuk alıştı Yılmaz Özdil, Atatürk'ü yazdı: Yürek; sadece organ değil, bunu anlatın evlatlarınıza Peker gece yarısı hiç beklenmedik bir tweet attı. Dolar 21 TL olacak deyip, tarih verdi