Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Pehlivan, bugünkü yazısında dikkat çeken bir bilgi verdi. Pehlivan, kaynağının kendisine "Fahrettin Koca görevden alınacak söylentilerini yayan isim bir bakan yardımcısı ve gözü Koca'nın koltuğunda" dediğini aktardı.
Pehlivan'ın "Berat Albayrak'ın iş arkadaşı" başlıklı yazısı şöyle:
Yeni Ticaret Bakanı Mehmet Muş için “Berat Albayrak’a yakın isim” deniyor. Doğru. Peki, nereden geliyor bu yakınlık? Sadece hemşeri olmalarından mı? Hayır. Kimse yazmadı, iş başa düştü.
Hani, çiçeği burnunda Bakan Muş’un biyografisinde “özel sektörde çalıştı” deniyor ya... İşte o gizli özne Çalık Holding.
Berat Albayrak, Çalık’ın üst düzey yöneticisiyken Mehmet Muş da holdingin bütçe planlama ve raporlama uzmanıydı. O günlerden gelen dostluk AKP’de yükselmesinin önünü açtı.
Bu arada; Çalık Holding’in sürekli Albayrak ismiyle, daha doğrusu siyasetle anılmaktan rahatsız olduğu da kulağıma gelen duyumlar arasında.
Hemşeri demişken, kabinede Trabzonlu ağırlığı yerini koruyor. Süleyman Soylu, Mustafa Varank ile Adil Karaismailoğlu isimlerinin yanına, şimdi Mehmet Muş da eklendi. Eşinin memleketinden dolayı “enişte” diye adlandırılan Adalet Bakanı Gül’ü de düşünürsek, kabinede Trabzon rüzgârı estiğini söylemek yanlış olmaz.
Son bir not:
“Belki hemen değil ama kabinede bir revizyon daha olacak” diye konuşanlara da AKP kulislerinde rastladım.
Hani Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da görevden alınacaktı?
Bu o kadar çok dile getirildi ki... Kaynağım ise sürekli “Dedikoduyu bir bakan yardımcısı yayıyor. Derdi, Koca’nın koltuğuna kendi oturmak. Halbuki, Fahrettin Bey ile Cumhurbaşkanı’nın arası çok iyi ve kabinede kalacak” diyordu.
Gelin görün ki... O işaret edilen bakan yardımcısı değil de diğer yardımcılardan Emine Alp Meşe görevden alınınca yazmadım bu tezi.
Günün sonunda Fahrettin Koca koltuğunu korudu. Yani o kaynak haklı çıktı, buradan itiraf edeyim.
“Yastık altında olmayan altınları da bilirler mi acaba?”
AKP’li Nurettin Canikli’nin Habertürk’teki sözlerine bir göndermeydi bu. Ama başka bir şeydi demek istediği. Çıkar dilinin altındakini, dedim.
Diyarbakır’daki kayıp altınları kimse konuşmuyor, diye yanıt verdi.
Başladı anlatmaya...
Zülfikar Ortaç, kardeşi Zülküf Ortaç ve Serdar Adıgüzel üç ortaktı. Diyarbakır’da altın üreten Zerya Kuyumculuk’un sahibiydiler. Ama asıl yaptıkları, insanlardan aldıkları yüklü miktarda paranın ve altının işletilmesiydi. Birden, 22 Haziran 2020’de kayboldular. Dolandırıldığını anlayan 50 kişinin şikâyetiyle soruşturma başlatıldı, zaman içinde yakalandılar.
“Basit bir dolandırıcılık vakası işte” diye araya girdim. Biliyordum dosyayı ama kaynağımı açmak istedim. “Dur, asıl şimdi başlıyor film” diye heyecanlı heyecanlı anlatmaya devam etti...
Toplamda 350 milyon liraya yakın bir vurgundan bahsediliyordu. Şikâyetçi olanların hepsi esnaftı. Halbuki sessiz kalan hâkimler, savcılar, polisler vardı. Onların da parası kayıptı ancak şikâyetçi olmadılar.
“Neden sence” diye sordum, “Demek ki temiz para değil” diye yanıt aldım.
İddia o ki FETÖ Borsası’ndan kazanılan paralar ve ihalelerden alınan komisyonlar da vardı Zerya Kuyumculuk’a emanet edilen. İlişkiler o kadar giriftti ki dolandırıcıların kiracısı olan ve hatta çocuğunu yanlarında çalıştıran devlet görevlilerinin bile ismi geçiyordu.
Meğer asıl bombayı en son işitecekmişim...
Tüm bu kirli ağı çözecek bilgiler kuyumcuların bilgisayarında saklıydı. Kimden ne zaman ne kadar para alındığı kalem kalem orada yazılıydı. Ve işte o bilgisayar, paralarla birlikte bir arabaya konup kaçırılmış. Şimdi Adana’da mı, Mersin’de mi, Antalya’da mı?
Bugün paraları da bilgisayarı da ilişkileri de soran yok.
Organize suç örgütünden yargılanmalılar, diye haykıranlara da kulaklar kapalı.
Diyarbakır’da görülen davanın şimdilik tutuklu sanıkları da işte bu yüzden çok rahat.
Muhafazakârlığın kurucusu Edmund Burke demiş: “Korku kadar insanın aklını başından alan, şaşkına çeviren bir duygu yoktur.”
Bu toprakların “muhafazakârı” TRT Ana Haber spikeri Ersoy Dede’nin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı ile fotoğrafını görünce aklıma düştü bu söz.
Öyle ya...
Sen git, daha dün “mücadeleci işadamı Sedat Peker” de, “Peker’e vurmaya çalışan haindir” de, “Peker’e yapılan kara propagandaya sessiz kalan vefasızdır” de...
Bugün de git, üstüne basa basa “Organize suç örgütü elebaşı Sedat Peker” diye konuş. Peker’in adamları tutuklanınca da soluğu adliyede al. İstanbul’un başsavcılarından biriyle fotoğraf çektirip sosyal medyaya koy.
Peker’in suçlarını devlet yeni keşfetmemiştir, vardır bu operasyonun bir başka nedeni daha. Ama ben en çok suç örgütüyle telefon iletişimini merak ediyorum bazılarının, o da çıkar ortaya bir gün.
Yoksa, bir fotoğraf örter mi her şeyin üstünü? Avrupa yakasından, operasyonu yürüten Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na mesaj mıydı bu? Sanmak istemiyorum.
O kadar çok insan soruyor ki, hem seviniyorum hem üzülüyorum. Herkes merak ediyor: Yalçın Küçük iyi mi? Onu dinlemenin tam sırasıydı, diyorlar.
Kardeşinin vefat ettiği haberini duyunca, başsağlığı dilemek için dostlarla birlikte Yalçın Hoca’ya telefon açtık. Bu sayede onu da sormuş olduk. Bir süredir bazı sağlık sorunları nedeniyle köşesine çekilmiş olduğunu biliyorduk.
Öğrendiğimize göre, sağlık durumu daha iyi. Ancak doktorları halen konuşmasına, yazmasına, çalışmasına müsaade etmiyor. Dinlenmesini, sakin bir hayat sürmesini istiyorlar. Bu nedenle Yalçın Hoca da Bodrum ile Ankara arasında inzivaya çekildi. Konuştuğumuza göre aşısını da oldu.
Yalçın Hoca’ya hem başsağlığı diliyor hem geçmiş olsun diyoruz. 83 yaşındaki çınarın tez zamanda dinlenip aramıza dönmesini bekliyoruz.