Korkusuz yazarı Hüsnü Mahalli, akın akın Türkiye'ye gelen Afganların neden geldiğini ve bu göçün perde arkasını anlattı.
Korkusuz yazarı Hüsnü Mahalli, akın akın Türkiye'ye gelen Afganların neden geldiğini ve bu göçün perde arkasını anlattı. Mahalli'nin bugünkü yazısı şöyle: Bundan dokuz yıl önce 20 Ağustos 2012’de dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu “Eğer bize gelen mülteci sayısı 100 bini geçerse, bunları barındıracak yerimiz yok, onları Suriye içinde barındırabilmeliyiz” demişti. Bundan iki ay sonra 15 Ekim’de Başbakan Erdoğan “100 bin rakamı bizim için gerçekten bir eşikti, ancak hep söylediğimiz gibi 100 bin rakamını aşabilir dedik” dedi. Şimdi Türkiye’de 3.7 milyon Suriyeli olduğu söyleniyor. Suriyeliler yetmeyince kapılar Afganlılara açıldı. Bu ülkede başkaları da var ama konumuz Suriyeli ve Afganlı mülteciler.
Ya da Azeri söylemiyle “Gaçkınlar”. Doğrusu da bu çünkü ülkelerinden kaçmışlar. Önce Afganlılara bakalım. Bir aydır herkes Afganlı gaçkınları konuşuyor ama iktidarın umurunda değil ve olmayacaktır. En mantıklı açıklama: “Biden Erdoğan’la anlaştı adamlar kaçıp geldi”. Peki Suriye olayında olduğu gibi düşünülen bir sınır var mı? Başkan Biden’a sormalı. 20 yıllık işgal döneminde ABD ve NATO ile işbirliği yapan en az iki milyon Afganlı olduğu hesaplanıyor. Umarım hepsi Türkiye’ye gelmeye çalışmaz. Gelirse “nur topu” iki milyon Afganlı kardeşimiz olacak!
İktidar; kendine göre ideolojik ve başka nedenlerle Suriye konusunda olduğu gibi Afganistan konusunda da geri adım atmayacaktır. İktidar; Suriyeli gaçkınlar konusunda olduğu gibi Afganlı gaçkınlar konusunda da sonuna kadar gidecektir. Sonrasını Allah bilir çünkü tartışmanın özü yanlış. Herkes nedeni değil sonucu konuşuyor. Örneğin Suriyeli gaçkınlar neden kaçtı ülkelerinden? 100 bin olan “kırmızı çizgi” nasıl ve neden 4 milyon oldu. Mart 2011 öncesinde Türkiye ile olan sınırların alabildiğine açık olduğu ve vizelerin olmadığı dönemlerde hiçbir Suriyeli ülkesinden kaçıp Türkiye’ye iltica etmemişken ne oldu da Haziran 2011’den sonra herkes gelmeye başladı.
Tek bir örnek vereyim: Benim kasabam Cerablus’dan kaçanların TÜMÜ ÖSO, NUSRA ve IŞİD saldırılarından ve bu grupların kendi aralarındaki kanlı çatışmalardan dolayı kaçmıştı. Geriye dönüp kimin ne yaptığını bilmeyen yok artık. Kimin gaçkınları neden, nasıl ve ne amaçla buralara sürüklediğini bilmeyen yok artık. Şimdi sıra Afganlı gaçkınlarda. Çok karanlık hikayeler anlatılıyor.
Afganistan Suriye bataklığından çok daha tehlikeli. Afganistan direkt olarak İran, Rusya ve Çin’i ilgilendirir. Afganistan bataklığına dalmayı düşünenler oradan asla çıkılamayacağını bilmelidir. 1989’da Sovyetler Birliği’ni Afganistan’dan çıkartarak dağılmasını sağlayan ABD kendisi dağılmadan Afganistan’ı bırakıp kaçmıştır. Ruslar; Sovyetler Birliği’nin intikamını almışa benziyor. Peki Türkiye neyin peşinde? 20 Temmuz’da “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok, ters bir yanı olmadığı için de onlarla konuları daha iyi görüşeceğimize, anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum.” diyen Erdoğan Çarşamba gecesi “Afgan halkının içine düştüğü durum çok sıkıntılı. Bu konuda biz bazı çalışmalar yapıyoruz. Taliban’la bazı görüşmelere varıncaya kadar şu anda ilgili kurumlarımız çalışıyor.
Hatta belki ben bile onların lideri durumunda olacak olanı kabul etme durumum olabilir. Bizim bu tür şeylerde üst düzeyde kontrol altına alamazsak, bu defa Afganistan’daki barışı sağlamamız mümkün olmaz. Benim elim nereye kadar uzanabiliyorsa bizim oraya baş atmamız lazım.” dedi. Sanıyorum her şey çok net.
AKP iktidarıyla başka türlüsü de olamazdı. Suriye ve Libya’dan sonra şimdi Afganistan. Üstelik çok uzakta bir ülke. Her an etnik ve mezhepsel çatışmaların patlak vereceği bir coğrafya.
CİA ile birlikte Suudi Arabistan, Pakistan ve BAE istihbarat örgütlerinin kurduğu Taliban 20 yıl aradan sonra Kabil’de iktidar olmak üzere. Sorulması gereken soru: Geçen yirmi yılda bu örgüt nasıl ayakta kaldı, silah ve parayı kimden sağladı, 200 bin ABD ve NATO gücüyle 300 bin Afgan asker ve polisini nasıl yenebildi. Karmaşık ve bir o kadar karanlık hikaye. Ankara böyle bir hikayede kendine rol arıyor. Umarım figüran değildir.