CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “erken seçim” tartışmaları konusunda kendilerinin bir seçim istemediklerini, ancak AKP’nin Türkiye’yi yönetemediğinin farkına vardıktan sonra “Biz yönetemiyoruz, seçime gitmek zorundayız” diyeceğini ifade etti. İktidarda yaşanan FETÖ borsası tartışmalarını değerlendiren Kılıçdaroğlu, “Erdoğan’ın avukatlarının FETÖ bağlantılı kaç dava aldıklarını ve bu davaların sonuçlarının ne olduğunun izlenmesi lazım. Adalet Bakanlığı izlemeli. O zaman görülecek ki FETÖ borsasında hangi avukatlar yargı üzerine siyasal baskı kurdular ortaya çıkacak” değerlendirmesinde bulundu.
Cumhuriyet’ten Mahmut Lıcalı’ya gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şöyle:
BİZ YÖNETEMİYORUZ, SEÇİME GİDELİM DİYECEKLER
(Erken seçim tartışmaları üzerine) Ben, özellikle yerel seçim döneminden bu yana, bir erken seçimi doğru bulmadığımı, parti olarak bizim de bir erken seçim talebimizin söz konusu olmayacağını sıklıkla vurguladım. Biz hâlâ aynı noktada duruyoruz. Bir erken seçim doğru değil. Ancak, erken seçim kararı alacak olan iktidar bloku açısından durumu değerlendirdiğimizde, bir süre sonra bunlar başta ekonomi olmak üzere pek çok konuda Türkiye’yi yönetemedikleri gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacaklar. Dolayısıyla “Biz yönetemiyoruz, seçime gitmek zorundayız” diyeceklerdir.
BAZI FETÖ’CÜLERE DOKUNULMADI
(AKP’de yaşanan FETÖ borsası tartışmaları üzerine) FETÖ borsasının iki ayağı var. Birinci ayağı FETÖ’yle ilişkili pek çok işadamının, sermaye grubunun mallarına el konulmasıyla ilgili. Mallarına el konulanların bir kısmı yurtdışına kaçtı, bir kısmı tutuklandı ve hapise atıldı. Bazı FETÖ’cülere ise dokunulmadı. Bu süreçte el konulan malların bir kısmı da pazarlandı. TMSF aracılığıyla satış yapılırken, mal varlık larının listesini eline alıp iş dünyasını gezen bir sürü aracı insan vardı. “Bana şu kadar para verirseniz, bu malları size şu fiyattan satarım” diyenler vardı. Bunların içinden o mal varlıklarını alanlar da oldu, “Hayır, biz almıyoruz” diyenler de oldu. Çok uygun koşullar olmasına rağmen “İleride başımız belaya girer” deyip almayanlar da oldu. Bu malların, bazı isimler aracılığıyla pazarlanması, pazarlanmasına göz yumulması FETÖ borsasının bir ayağı.
AKP’DEN DESTEK ALANLAR VARDI
FETÖ borsasının bir diğer ayağı ise AK Parti içinden destek bulanların FETÖ yargılamalarından kurtulması ya da emsallerine göre çok az ceza alması. Onların mal varlıklarına da dokunulmadı. Bu bağlamda öne çıkan en önemli isim Fettah Tamince. Çünkü soruşturma açılırken aranan bazı temel kurallar vardı. Örneğin “1725 Aralık’tan sonra da FETÖ ile ilişkisi sürüyor olmak, FETÖ liderinin bulunduğu Pensilvanya’ya gitmiş olmak, Bank Asya’ya para yatırmış olmak” gibi... Fettah Tamince’de bu kriterlerin neredeyse tümü vardı. 1725’ten sonra Pensilvanya’ya gitti. 1725’ten sonra Zaman gazetesinin hisselerini aldı. Buna dokunulmuyordu. Tam tersine AK Parti’nin protokol listesinde oturuyordu. Ben bunu söyleyip fotoğrafını gösterdiğim zaman önce bir sessizlik oldu.
ERDOĞAN’IN AVUKATLARI İZLENMELİ
Ben şöyle biliyorum: Şikâyet edilmesi ve bütün bu gerçekler bilinmesine rağmen savcı dava açmadı. İtiraz üzerine bir başka mahkemeye gitti. O mahkeme de dava açılmamasına karar verdi. Erdoğan’ın avukatları bu davalara bakıyordu. Erdoğan’ın avukatlarının FETÖ bağlantılı kaç dava aldıklarını ve bu davaların sonuçlarının ne olduğunun izlenmesi lazım. Öte yandan Erdoğan’ın avukatlarının hâkim ve savcı atamalarındaki etkilerinin de araştırılması lazım. Kim tarafından? Adalet Bakanı tarafından araştırılması lazım... Çünkü Adalet Bakanı aynı zamanda Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) da başkanı. O zaman görülecek ki FETÖ borsasında hangi avukatlar yargı üzerine siyasal baskı kurdular. Hangi siyasiler yargı üzerinde baskı kurarak aslında mahkûm olması gerekenleri kurtardılar, bunların tümü ortaya çıkacaktır. Bugün olmasa bile mutlaka bir gün ortaya çıkacak. Mahkûm olması gereken kişiler hakkında nasıl hiç dava açılmadı ya da nasıl beraat ettiler? İki dürüst, namuslu Adalet Bakanlığı müfettişi görevlendirlirse bütün bu ayrıntıları ortaya çıkarmak mümkün.
ADALET BU KİRLİLİKTEN ARINMALI
Ben şunu da gayet iyi biliyorum: Erdoğan’ın avukatlığını yapıp savcıya, “Kül tablasını verir misin, sigaramın külünü dökeceğim” diyen avukat ve Erdoğan’ın avukatının önüne kül tablasını getiren savcı var. Ben bunu da dillendirdim. Hiç ses çıkmadı. Herhangi bir şey söylenmedi. Şimdi Tamince’yle ilgili bir durum var. Dava açılması suretiyle gerçeklerin ortaya çıkmasını zorunlu kılan bir durum. Ama sorun sadece Fettah Tamince olayı değil. FETÖ borsası dolayısıyla İzmir’de öldürülen bir kişi var. Normalde Adalet Bakanlığı’nın o süreçten itibaren harekete geçmesi gerekiyordu. AK Parti içinde düzgün, adaletli davranılmasını isteyen bir grup da FETÖ borsasından söz etti. FETÖ borsası ne demektir? Para verince kurtuluyorsun, paran yoksa içeridesin. Dolayısıyla dava açılmama kararını bozan karar tek başına yeterli değil. Adalet Bakanlığı onun perde arkasına da girmeli. Adaletteki çürümeyle yani bir grup avukatla, bir grup yargıç ve savcının nasıl yan yana gelip insanları kurtardığını ve bunun hangi çıkarlar karşılığında yapıldığının ortaya konması lazım... Bu benim talebim olmanın ötesinde, bu ülkede vicdanıyla adalet dağıtan tüm yargıçların görevi ve beklentisidir. Adaletin bu kirlilikten arınmaya ihtiyacı var.
DEMİRTAŞ’IN TEKRAR TUTUKLANMASI HUKUK FACİASI
(Yargı paketindeki af düzenlemesi tartışmaları üzerine) Adalet Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı bir metin önümüzdeki süreçte parlamentoya gelir. Gelince ancak o zaman düşüncelerimizi söyleyebiliriz. Haksız yere içeride olan çok kişi var. Eren Erdem’den tutun Osman Kavala’ya kadar... Sivil toplum örgütlerinden, askeri öğrencilere ve yazar, çizerlere kadar gereksiz yere yatan birçok insan var. Bunlar haksız yere yatıyorlar. Dünyanın gözü de bu çerçevede Türkiye’ye dönmüş durumda. Adaletin olmadığı bir ülke olarak tanımlanıyor Türkiye. Bir dikta yönetimi var. Bu çerçevede Adalet Bakanlığı belki dışarıdan gelen eleştirileri biraz yumuşatmak için bu çalışmayı yapıyor olabilir... Çünkü Türkiye’de adaletin olmadığını, siyasal baskıların yargıçlar üzerinde de sürdürüldüğünü herkes biliyor. Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerekirken siyasal iktidarın talebi üzerine tekrar tutuklanması aslında bir hukuk faciasıdır.
PARTİ DEVLETİNE DÖNÜŞÜYORUZ
(Cumhurbaşkanı ile bakanların açıklamalarının çelişkili olması konusunda) Türkiye’de aslında iki ayrı devlet var şu anda. Bir Saray devleti, bir de Türkiye Cumhuriyeti devleti. Saray devleti “Lale Devri”ni yaşıyor. Orada damatlar, gelinler, kayınpederler var. Bütün Saray kendi içinde ayrı bir dünyada yaşıyor. Onların ayrı dış politikaları var, ayrı ekonomi politikaları var. Damat dışında bakanların hemen hemen tümü etkisiz eleman konumunda. Asıl dominant olan Saray devleti. Dış politikaya baktığınız zaman koskoca Dışişleri Bakanlığı’nın devre dışı bırakıldığını görüyorsunuz. Saray’da üçbeş kişi oturup Türkiye’nin dış politikasını belirliyor. Savunma politikasına bakıyorsunuz; Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay tümüyle devre dışı bırakılmış. Saray’da üçbeş kişi oturup Türkiye’nin savunma politikasını belirliyor. Ordu, tarihinin en ciddi sorunlarıyla karşı karşıya. Orduda da liyakatin yerini Saray’a sadakatin aldığını görüyoruz. Devletin çağdaş devlet olmaktan çıkıp parti devletine dönüştüğü bir süreci yaşıyoruz.
TÜRKİYE ESAD İLE RESMEN GÖRÜŞMELİ
(Türkiye’nin Suriye politikası konusunda) Türkiye’nin en az zararla Suriye politikasından çıkmasının yolu Esad ile süratle işbirliği sağlamaktır. Esad da Suriye’nin toprak bütünlüğünü istiyor, biz de Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz. Ama Esad’ı karşınıza alıp “Ben, Suriye’de istediklerimi Esad’a rağmen yaparım” diyorsanız; sadece ve sadece Amerikan’ın Ortadoğu politikasına hizmet etmiş olursunuz... Şu bir gerçek; yaşanan iç savaşın galibi Esad’dır. İktidar bu gerçeği kabul etmeli. Türkiye’nin iyi ilişkiler içinde olduğu, Suriye konusunda da işbirliği yürüttüğü Rusya ve İran, Esad ile doğrudan ilişki yürütüyor. Peki, Türkiye neyi bekliyor? Arka kapılar arkasında sürdürdüğü temasları alenileştirmekten mi utanıyor? Örneğin Esad’ın ilan ettiği af. Türkiye, ülkemizde bulunan Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri açısından da bu affın takipçisi olmalı. Türkiye’deki Suriyeliler, Türkiye’nin güvencesini de alarak ülkelerine dönebilmeli. Türkiye, Esad ile ilişkileri normalleştirmesinin ardından hızla Suriye’nin yeniden imarı konusunda öncü ülke olmalı. İç savaş tamamıyla bittiği an itibarıyla Suriye, yalnızca inşaat alanında değil, sağlık, eğitim, ulaştırma ve gıda konularında büyük bir pazar olacak. Türkiye bu pazarın dışında kalmamalı. Olaya sadece ekonomik olarak bakmıyoruz elbette. Bizim Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) projemiz vardı. Bu özellikle dört ülkenin; Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin ekonominin yanı sıra barış temelli işbirliğinin de temelini atacak bir çatı örgütlenmesidir.
ORTADOĞU’NUN TEK KAYBEDENİ TÜRKİYE
Özetle, Türkiye’nin Suriye ile olan ilişkilerinin normalleşmesi lazım. Türkiye; Suriye, Mısır, Libya ile ilişkilerini gözden geçirmeli. Eğer Libya, Mısır ve Türkiye işbirliği yaparlarsa Doğu Akdeniz’de en güçlü konuma gelmiş olurlar. Ancak şu anda Suriye’nin içişlerine nasıl müdahale ediyorsak, Libya’nın da içişlerine müdahale ediyoruz. Libya’ya da silah gönderiliyor. Niçin, hangi gerekçeyle? Şu artık acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Ortadoğu’daki dış politikanın tek kaybedeni Türkiye. Herkes kazandı, ama Türkiye kaybetti.
SÜRATLE BÜYÜKELÇİ ATANMALI
Doğu Akdeniz’de de Türkiye yalnız kaldı. Türkiye’nin karşısında ABD, İsrail, Filistin, Katar, Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi birlikte hareket ediyor. Türkiye’nin tek güvendiği şeyi, Doğu Akdeniz’den çıkacak olan petrolün, doğalgazın kendisi olmadan Avrupa’ya ulaşamayacak iddiası. Bu doğru bir gözlem... Ancak ilişkiler kopma noktasına gelirse daha farklı çözümler bulacaklardır. O çözümler üzerinde de çalışıyorlar zaten. Dolayısıyla Türkiye kendi bölgesinde büyükelçisi olmayan ülkelere büyükelçi göndermeli, onlarla ilişkileri geliştirmeli. Suriye konusunda Türkiye AB’den sorumluluk almasını talep etmeli. Eğer AB, İran, Irak, Suriye, Türkiye el ele verirse bölgedeki sorunlar büyük ölçüde giderilmiş olacaktır.
SAĞLIKLI BİR AÇILIM ORTAYA ÇIKACAK
(CHP’nin Suriye konferansı hakkında) Suriye konferansı çok verimli bir konferans olacak. Uluslararası alanda oldukça ilgi uyandırdı. Değişik kesimler konferansta düşüncelerini aktaracaklar. Bu konuda yazı yazmış yazarlar, çizerler, akademisyenler, dış politika uzmanları, eski büyükelçilerin katılımıyla gerçekleştirilecek. Pek çok ülkeden katılım da olacak. Değişik ülkelerden gelen insanlar kendi ülkelerinin görüşlerini yansıtacaklar. Bence Suriye konusunda geleceğe yönelik sağlıklı bir açılımın ana hatları orada ortaya çıkacaktır.
'İŞSİZLİK BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN ANASIDIR'
Ekonomide daralma da olur, küçülme de olur. Ama asıl can yakıcı sorun işsizlik. Tam felaket durumunda. Kötü yönetilen ekonominin vatandaşa faturası işsizliktir. Son bir yılda işsizler ordusuna 938 bin kişi katıldı. Her dört gençten biri işsiz. İşsiz sayımız geniş tanımıyla sekiz milyonu aştı... Bunlar istatistiki veriler. Bu verilerin yarattığı sosyolojik gerçekler ise çok daha acı. İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. İşsizliğin olduğu yerde kötü diye tanımladığımız her şey olur. Anneler, işsiz evlatları ile işsiz eşlerini evin salonunda buluşturabilmek için uğraşıyor. Evlat elinde diploması işsiz, babasının yüzüne bakamıyor. Baba işsiz evladına harçlık veremiyor. Toplumun psikolojisi darmadağın. İntihar, cinayet, cinnet vakaları neredeyse kanıksandı. Üretimden koparılmış bir ülkenin geldiği nokta burası. Beton ekonomisi adı altında sürdürülen ekonomi politikası iflas etti. Üstelik kentlerimiz de beton ormanlarına dönüştü. Türkiye içinde bulunduğu krizden ancak planlı programlı bir üretim ekonomisi politikasıyla kurtulabilir. Daha acı olanı ise Saray devletinin tüm bu yaşananları görmezden gelmesi... Çünkü onların işsizlik diye bir sorunları yok.