CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na düzenli olarak sunulan araştırmada, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’a rakip olan isimler arasından yalnızca İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun oy oranı Erdoğan’ı geçiyor.
Araştırmaya göre; Erdoğan ile İmamoğlu’nun yarıştığı bir seçimde, kararsızların ve oy kullanmayacağını belirtenlerin oranı da en düşük seviyede gerçekleşirken; Erdoğan’ın oy oranı yüzde 39.1, İmamoğlu’nun oy oranı ise yüzde 41.4 olarak belirleniyor.
Cumhuriyet'ten Mahmut Lıcalı'nın haberine göre, CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yeni yılla birlikte düzenli olarak sunumu yapılmaya başlanan “Gündemetre Türkiye’nin Gündemi Araştırması” adlı çalışmanın ocak ayına ilişkin sonuçlarında çarpıcı veriler ortaya çıktı. Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan çalışma Türkiye’nin 26 ilindeki 120 ilçede yer alan 131 farklı mahallede, 2 bin 507 kişiyle yüz yüze görüşme yöntemiyle yapıldı. Araştırmada özetle şu sonuçlara ulaşıldı:
İmamoğlu, Erdoğan’ı geçiyor: Çalışma kapsamında olası bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan ile 6 farklı ismin rakip olması durumunda ortaya çıkan oy oranlarına ilişkin karşılaştırmalar yapıldı. Buna göre Erdoğan’ı yalnızca İmamoğlu geçebiliyor. Bu ihtimalde Erdoğan yüzde 39.1, İmamoğlu yüzde 41.4 alıyor. Erdoğan’ın en düşük oy aldığı durum ise Ali Babacan’ın olası adaylığında yaşanıyor. Bu durumda Erdoğan yüzde 37, Babacan ise yüzde 27.1 oy alıyor. Erdoğan karşısında en düşük oyun alındığı ihtimal ise Abdullah Gül’ün adaylığında oldu. Buna göre Erdoğan yüzde 37 alırken, Gül yüzde 25.2’de kalıyor.
Kararsızlarla İmamoğlu yüzde 50’yi buluyor: Çalışmada Erdoğan ve İmamoğlu’nun adaylığı olasılığında kararsızlar ve oy kullanmayanların eğilimlerine göre dağılımı yapıldığında İmamoğlu’nun oy oranı yüzde 49.27’ye; Erdoğan’ın oy oranı ise yüzde 44.34’e çıkarken; yaklaşık yüzde 6.4’lük kesim oy kullanmayanları oluşturuyor.
İmamoğlu her partiden oy alan tek aday: Çalışma kapsamında Erdoğan ile İmamoğlu’nun rakip olduğu bir seçimde İmamoğlu’nun AKP de dahil her partiden oy alabildiği, HDP’nin blok olarak destek verdiği tek aday olduğu, İYİ Parti’nin de desteğinin yüksek olduğu belirtiliyor. Erdoğan’ın, AKP seçmeninin yüzde 93’ünden oy alırken MHP seçmeninin ise yüzde 56’sından oy aldığı; İmamoğlu’nun ise CHP seçmeninin yüzde 96’sından; HDP seçmeninin yüzde 76’sından ve İYİ Parti seçmeninin yüzde 81’inden oy aldığı belirtiliyor. İmamoğlu ayrıca Ali Babacan’ın kuracağı partiye oy vereceğini söyleyen seçmenlerin yüzde 84’ünün de oyunu alıyor.
Yeniçağ gazetesi imtiyaz sahibi ve İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Çelik'in, 'İktidarın yaptığı sosyal yardımlar' çalışmasını değerlendiren Kılıçdaroğlu, "Biz iktidara geldiğimizde sosyal yardımları iki katına çıkaracağız ve çok geniş bir kesime yayacağız" dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Yeniçağ gazetesi yönetimi ve yazarları ile akşam yemeğinde bir araya geldi.
Burada gündemle ilgili konuları değerlendiren Kemal Kılıçdaroğlu'na, CHP Genel Başkan Yardımcılarından Faik Öztrak, Tuncay Özkan, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, CHP İletişim Koordinatörü Okan Konuralp ve Basın Danışmanı Ömer Topsakal eşlik etti.
İşte Kemal Kılıçdaroğlu'nun Yeniçağ gazetesine yaptığı değerlendirmeler:
"Biz sosyal yardımlarla ilgili şöyle bir çalışma yaptık; Uluslararası Çalışma Örgütü'nün 102 sayılı sözleşmesi var. 1974 yılında Türkiye bunu kabul etmiş. 9 sigorta dalı var orada, işsizlik sigortası, analık sigortası, iş kazaları sigortası, meslek hastalıkları sigortası gibi... Bir sigorta dalı var Türkiye'de uygulanmıyor. Aile sigortasını da uyguladığımız zaman, çocuğun doğumundan kişinin ölümüne kadar tüm yaşamı güvence altına alınacak. Aile sigortasının şöyle bir özelliği var. Sosyal Güvenliği topluma bir hak olduğunu öğretmeye başlıyoruz. Çünkü Anayasa, 'Sosyal güvenlik herkesin hakkıdır' diyor. Yardımları elden yaptığınızda onu vatandaş lütuf olarak kabul ediyor, çünkü onu yasa gereği değil, beyfendinin isteği üzerine veriyorsunuz veya vermiyorsunuz. O yüzden aile sigortasını getirmek istemiyorlar. Biz diyoruz ki aile sigortası olsun, kişinin hiç geliri yoksa ya da asgari ücretin altındaysa, onu asgari ücrete tamamlayan bir hak talep etsin. Dolayısıyla geçinemediği zaman itiraz etsin, 'Bana verdiğin aile sigortası yetersiz' desin. Tıpkı emeklinin itiraz ettiği gibi... Bir hak olarak algılamasını sağlamamız lazım.
İkincisi şu; bu yardımlar gerçek ihtiyaç sahiplerine gidiyor mu? Bu da ciddi bir sorun. Türkiye'de yoksulluk envanteri hala yok. Kimler yoksul, kimler değil bilmiyoruz. Bu tür yardımlar yapılırken, muhakkak muhtarlar aracılığı ile yapılmalı, çünkü kim fakir, kim değil en iyi muhtar bilir. Muhtarlar da bu yardımı yaparken aracı olurlar ve ona da sosyal bir pozisyon kazandırmış oluruz. Sosyal yardımları bu bağlamda geniş kitlelere ulaşması için çaba gösteren kişi Rahmetli Özal. Fakir Fukara Fonu dediğimiz fonu ilk uygulamaya koyan kişidir. Hasan Gemici, Eceviz hükümeti döneminde yardımları yaygınlaştırdı, bunlar bu yardımların üstüne oturdu ve bunu yaparken devlet değil, biz yapıyoruz dediler. Sanki Erdoğan cebinden çıkarıp yapıyormuş gibi yaptılar. Oysa, bu yardımları yaparken, hakiki ihtiyaç sahiplerine götürmeli ve vatandaş da 'Sen benim geçimimi sağlamak zorundasın, sosyal devlet olmak zorundasın' demeli... Ben yıllarını maliyeye vermiş bir kişi olarak ifade edeyim, bu sosyal yardımları ikiye katlamak mümkündür.
Emeklilik yaşı 65. Diyelim ki, 60 yaşında işsiz kaldınız. En iyi ihtimalle işsizlik parasını bir yıl alacaksınız oldunuz 61, geriye kaldı 4 yıl aylık almak için, işe gidiyorsunuz kimse size iş vermiyor. Aileyi nasıl geçindireceksiniz. İşte aile sigortası orada devreye giriyor. Emekliliğinize kadar bu boşluğu dolduruyor. Bunu Türkiye 1974 yılında yapmayı taahhüt etmiş. Yıl kaç olmuş, bunu niye yapmıyorlar. Çünkü vatandaşa yardımları lütuf olarak veriyorlar. Kendi tabanları haline dönüştürmek için yapıyorlar.
İktidarın yaptığı düzenleme ile ne kadar çok pirim ödersen o kadar az maaş alıyorsun. Bu haksızlığı işçi sendikaları da görmedi. Ben onlara sitem ettim nasıl bunları görmezsiniz diye. Primi dolduran herkes işten ayrılıyor, bu yüzden EYT sayısı her gün artıyor. Normalde ne kadar çok prim koyarsan o kadar fazla maaşı olmalı. Bunun düzeltilmesi lazım. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir garabet yoktur, işçilerin gözünün içine baka baka yaptılar. Bunu çözebilmenin yolu Aile Sigortası'dır. Emekli maaşı alana kadar sigortadan maaş alacağı bir güvencedir bu...
Erdoğan, 'Süt sözü verdiler ama süt dağıtmıyorlar' dedi. İmamoğlu da, 'Sağ elin verdiğini sol el görmesin istiyoruz' dedi. Doğrudur, binlerce aileye süt gidiyor ama biz bunu kamuoyuna göstermiyoruz. İnsanların yoksulluğunu afişe etmemek için yapmıyoruz. Şu konuda haklı olabilirsiniz, bu tür yardımları makro olarak vermek lazım. Örneğin 700 bin aileye süt veriyoruz, şu kadar öğrenciye burs veriyoruz gibi bunları paylaşmak lazım. Millet ittifakı iktidar olduğunda yoksulluk düşecek. Herkesin iş sahibi olduğu bir ortamda, kişi başı gelirin yükseldiği bir ortamda yoksul sayısı düşer. Ama ben Fransa'da mesela, ister çok varlıklı olsun, ister yoksul olsun çocuk doğduğunda süt parası veriyorlar. Çocuğa veriyor o hakkı, ailenin gelirinden bağımsız olarak, süt vereceksiniz diyor. Oralarda sosyal haklar çok gelişmiş durumda...
Suriye'den dolayı ortaya çıkan olumsuz tablo karşısında şöyle yorumlar yapılıyor: Rusya'yı Erdoğan karşı cephe olarak belirleyecek, 'Kusura bakma ben S400'leri aktive edemiyorum' sonra Trump'a dönüp, 'Ya şu mal varlığımı araştırmayın, ben bunları hallediyorum' diyecek. Şuan da bu tartışılıyor. Biz Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz. Erdoğan'da bunu söylüyor. Esad'da ülkesinin toprak bütünlüğünü savunuyor. Toprak bütünlüğüne karşı çıkanlar ve parçalanmasını isteyen egemen güçler Amerika ve Rusya. Suriye'nin parçalanması İsrail'e yarar sağlıyor.
Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlığını yapmaya Erdoğan devam ediyor mu etmiyor mu?
Bana göre ediyor. Bugün Suriye'ye girişimizin temelinde egemen güçlerin talebi vardır. Erdoğan'da o talebi yerine getirmiştir. Sadece bizim askerler değil, dünyanın pek çok ülkesinden gelen terör gruplarını da Türkiye üzerinden ya eğiterek ya doğrudan doğruya silahlandırarak göndermiştir. Bütün dünya bu gerçeği biliyor.
Biz bütün komşularımızla barış olmasını istiyoruz. Oturup konuşmalıyız, tartışmalıyız onların egemenliklerine saygı duymalıyız, onlarda bizim egemenliğimize saygı duymalılar. Benim sınırımdan ya da sizin sınırınızdan bir tek kurşun gelirse sorumlusu sizsiniz ben karşılığında 10 kurşunla cevap veririm. Bunu söyleyebilirsiniz.
Bu savaş ortamında o topraklara girilmeli miydi? Evet çünkü o topraklardan terör geliyor. Türkiye kendi güvenliğini sağlamak zorunda. Başta yapılan bir hatanın daha büyük bir hataya dönüşmemesi açısından bizde o tezkereye evet dedik.
Biz Esad'ı haklı buluyoruz anlamına gelmesin. O Suriyelilerin işi, bizim işimiz o topraklardan hiçbir terör unsuru Türkiye'ye tehdit olmamalı. Bunun güvencesini Suriye ve Irak hükümetlerinden almalıyız. Yapmazlarsa bizim haklı gerekçelerimiz var oturur anlaşma yaparız. Anlaşmanın şartları yerine getirilmediği durumda uluslararası haklarımız doğrultusunda gereğini yaparız.
Sağ gösterip sol vuran bir yapı var. Oraya girip parçalıyorsunuz ondan sonrada Türkiye tehlikeye girdi diyorsunuz. Niye girdi? Hangi akıl sana oraya gir dedi? Sonra da bizi yalnız bıraktılar diye sitem etti. Bizi yalnız bıraktılar ne demektir? Bana gir dediler, sırtımı sıvazladılar ben girdim arkamı döndüm kimse yok demektir. Hiçbir egemen devlet ateşi elleriyle tutmaz, maşa kullanır. Sorun Erdoğan'ın maşa rolünü üstlenmiş olmasıdır.
Bu dava, önemli bir davadır. Bu ülkede Genel Kurmay Başkanlığı yapmış birinin kullandığı ifadeler, son derece önemlidir. İlker Başbuğ devlet geleneğini bilen bir kişidir. Biz kanun taslağı hazırlarken, ilgili birimlerin görüşlerini muhakkak alırdık, bakanlar kuruluna herkesin görüşünü alınmış bir şekilde gidilir ve orada karar alınır. Siz Milli Savunma Bakanlığının görüşünü almadan, Genel Kurmaydaki askerlerin görüşünü almadan, bir gece yarısı özel operasyon yapıyorsanız, bu operasyonun bir gerekçesi olması lazım. Nedir bu gerekçe? Devletin tüm sırlarını bilen biri var, o da İlker Başbuğ! Ne diyor? Kayseri ve diğer yerlerde, FETÖ unsurlarını bulduk, soruşturma açacağız, bir gece yarısı getirdiler, bizim de ertesi gün parlementodan çıktıktan sonra haberimiz oldu. FETÖ ile ilgili önemli bir aşama kat edecekken, önümüze bir duvar çektiler, bu duvarı kim çektiyse, FETÖ'nün siyasi ayağı odur diyor. Mantıklı mı? Mantıklı, Doğru mu? Doğru!
Neden mahkemeye veriliyor, korkudan. Çünkü Erdoğan ve ekibi neleri yaptığını çok iyi biliyor. Bugün Erdoğan o gece yarısı yaptığı önergeyi bugün de savunuyor. Bu şunu da gösteriyor, gece 01'de Erdoğan'ın görüşü alınıp nihayi haline getirildikten sonra önerge kabul edilmiştir. Başbakan olarak bunları biliyor zaten. Buradaki en önemli soru şu! Askerlerle ilgili, kuvvet komutanlarının yargılanması ile ilgili, anayasada çok açık hüküm olmasına rağmen onlardan habersiz, onların bilgisi olmadan hangi gerekçe ile önergeyi parlementodan geçiriyorsun. Kanunların nasıl hazırlanacağı bir yönetmelik var.
Şu soruyu da sormak lazım! O önergeyi kim hazırladı? Elitaş diyorlar, Elitaş hayatı boyunca öyle bir önerge yazamaz çünkü, birikimi ona müsait değil! Bu işi hazırlayan kişinin bu işi iyi bilmesi ve hangi amaca hizmet edeceğini iyi bilmesi lazım. Çıkarsa şu amaç gerçekleşecek, bunu da bilmesi lazım. Bunu da en iyi FETÖ unsurları bilir.
Sadullah beyle konuşmak lazım. Burada devlette liyakatın önemi ortaya çıkıyor. Devlette herkesin bir alanı vardır, maliyeyi ben bilirim ama hukuku bilmem, Statik hesabını mühendis yapar, devlette herkesin bir alanı vardır, liyakat dediğimiz budur. Siz parlamentoya bir şey getiriyorsanız mutlaka o işin ehli olan kişilerle bir masanın etrafında oturup konuşmanız lazım. Bunu yapıyoruz, doğru mudur? Yanlış mıdır? Belki birisi orada diyecekti ki: beyler ne yapıyorsunuz? Anayasa da bu hüküm varken Anayasa'ya aykırıdır, getiremezsiniz. Ancak bunu söyleyecek kişilerden gizliyorsunuz. Gece yarısı getiriyorsunuz, çoğunluğunuza dayanarak meclisten geçiriyorsunuz. Sonrada dönüp FETÖ'nün siyasi ayağı kim diye soruyorsunuz. FETÖ'nün siyasi ayağını en iyi bilen İlker Başbuğ'dur, o da bu operasyonu kim yaptıysa, talimatı kim verdiyse siyasi ayak O'dur diyor. Sayın Bahçeli'nin de bu gerçeği kabul edeceğini umuyorum.
Önergeyi ilk olarak kaleme alan kim, bu belli değil. Birisinin çıkıp bu önergeyi ben kaleme aldım demesi gerekiyor. Kim bu? Sadullah Ergin'e sormak lazım, bu önergeyi hazırlama talimatını size kim verdi? Erdoğan mı verdi? Başka bir yerden mi aldınız? Bu talimatı askerler vermiyor, Maliye Bakanlığı vermiyor, Adalet Bakanlığı veriyor mu, vermiyor mu bilmiyoruz. Ayrıca neden komisyonlardan gizleniyor? Neden yangından mal kaçırır gibi gece yarısı geçiriyorlar? Bu güç kimin elinde?
Bu konuda Bahçeli'nin net bir açıklama yapması lazım. O dönem parlamentoda olan ve Bahçeli'yi temsil eden iki grup başkan vekili vardı. Oktay Vural ve Mehmet Şandır bu konuda açıklama yaptılar. O zaman Bahçeli'nin de neden evet demediğini açıklaması lazım. Biz Anayasa Mahkemesi'ne götürdük, Anayasa Mahkemesi de yürütmeyi durdurarak iptal etti.
30 Ağustos günü İlker Başbuğ'u hapishanede ziyaret eden tek siyasi benim. O günü seçmemin nedeni de günün anlamından dolayı tercih ettim. Haksız yere tutuklandığını o da biliyordu, ben de biliyordum. Ziyaretimin nedeni bir haksızlığı geniş kitlelere duyurabilmekti.
Öyle bir iddiam yok. Ancak o gün parlamentoda olan bu işi kotarmak için özel çaba harcayanlar ve onlara bu çabayı harcayacaksınız diye talimat verenlere bakmak lazım. Talimat veren kimdir? Başbakan Erdoğan'dır. Grup başkan vekilleri çok önemli bir konuda genel başkanlarının bilgisi dışında hareket edemezler. Bu onların önüne Erdoğan'ın bilgisi dâhilinde gitti, karar öyle çıktı. Aksi halde Başbakan, beyler ne yapıyorsunuz siz derdi. Mesela Resmi Gazete' ye gitmeden önce imzalamazdı.
İlgili savcı resmi kayıtlara geçirdi ve bunun FETÖ tarafından yapıldığını söyledi. Savcı Parlamentodan önergenin geçmesini sağlayanın FETÖ olduğunu ve FETÖ'ye destek verenlerin olduğunu söylüyor. Savcının görev yerini değiştirdiler.
Mahkemenin seyrini görmemiz lazım. Bildiğim kadarıyla hala gündeme alınmış değil. Onunla ilgili olarak oturup bir ön çalışma yapmak gerekiyor. Anayasa Mahkemesi iptal kararı verirse hangi boyutlarda bir iptal kararı verir? Anayasa Mahkemesi bizim beklentilerimize uygun bir karar verirse, mutlaka bir süre verir. Yaygın bir duyum var. Erdoğan'ın talimatı üzerine Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanlığı sistemini iptal edecek ve tekrar parlamenter sisteme geçilecek. Ben bu söylemin gerçekleşeceği kanısında değilim. Erdoğan bugünkü pozisyonunu korumak isteyecektir. Bugün hemen hemen devletin tüm kurumlarına yasama ve yargı dahil olmak üzere talimat verebiliyor. Her istediği alana rahatça nüfuz edebiliyor. Her dediğini yaptırabiliyor. Dolayısıyla eline geçirdiği bu avantajı kaybetmek istemeyecektir. Erdoğan'ın tekrar parlamenter sisteme dönme gibi bir düşüncesi olduğunu düşünmüyorum. Şahsi kanaatim 2023'te Millet İttifakı Demokratik Parlamenter Sisteme geçme konusunda önemli bir başarı elde edecektir. Türkiye gerçek anlamda medya özgürlüğü, güçler ayrılığı ilkesi, parlamenter sistem konusunda en azından birinci sınıf demokrasinin öngördüğü bütün kurumları kabul ederek yeni bir sayfa açacaktır. Toplum rahatlayacaktır, dünyayla olan ilişkilerimiz daha iyi yerlere evrilecektir. Parlamenter sisteme geçme konusunda son zamanlarda çıkan tüm anketler toplumun bu yöndeki talebini bir şekilde önümüze koyuyor. Bu eski sisteme dönelim anlamına gelmesin. Eski sistem içerisinde darbe hukukunun kırıntılarını, ana unsurlarını besliyordu. Hukuk sistemimizin darbe hukukundan da arındırılması lazım. Çağdaş bir Anayasamız olmalı, Japonya, Almanya, Norveç'teki gibi asgari bütün demokratik normları içermeli ve o çerçevede bir anayasamız ve hukuk sistemimiz olmalı. Bunu yapabilirsek Türkiye önemli bir mesafeyi aşacaktır. Bu konuda Millet İttifakı'nın üstüne düşen tüm çabayı göstereceğini ve sonuç alacağını düşünüyorum.
Geçmiş Millet İttifakı'nda, Millet İttifakı'nı oluşturan partilerin kurmayları bir araya gelmişti ortak bir metin hazırlamışlardı ve o ortak metni genel başkanlar imzalamıştı. Demokratik Parlamenter Sisteme geçme, medya özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı ilkesi gibi, o düşünceler bugünde korunuyor. Büyük ihtimalle bu tablo yeniden liderlerin önüne gelecektir ve liderler kurmaylar çalıştıktan sonra en fazla bir bir buçuk sayfalık metni imzalayacaklardır. Elbette önce cumhurbaşkanlığı için bir aday belirlenecek. İttifakla mı, ayrı ayrı mı olur o günün koşullarına bağlı olarak değişebilir. Bizim açımızdan eğer Demokratik Parlamenter Sisteme geçeceksek zaten cumhurbaşkanlığı büyük ölçüde sembolik bir makam olacaktır. O çerçevede bakmak gerekiyor. O makama toplumun sevdiği, saydığı bir kişiyi cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenebilir. Aday da çıkıp benim asıl amacım budur diyecektir. Cumhurbaşkanı adayı olacak kişinin düzgün bir insan olması, güvenilir bir insan olması, herkesi kucaklaması şeklindeki bir tabloda liderler anlaşacaktır.Biz baştan beri siyasi parti liderlerinin cumhurbaşkanı adayı olmasını çok doğru bulmadık. Tarafsızlığa gölge düşürür diye düşünüyoruz. Cumhurbaşkanını bir noktada devletin sigortası olarak görüyoruz. Cumhurbaşkanı, herhangi bir uyuşmazlık anında liderleri çağırarak devlet aklının egemen kılınacağı bir ortamı yaratır. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sigortası yok. Bugün eğitimde, ekonomide, dış politikada, toplumsal barışta da sigortasızız. Uyuşturucu kullanma yaşı kaça indi? Boşanma davalarına, kendisini yakan insanlara, işsizlere bakın. Bugün Türkiye'nin böyle sorunları var gelin oturup konuşalım diyecek bir makam yok. Onun için devletin bir sigortası yok.
Erdoğan ve çevresi büyük bir kirliliğe bulaşmış durumda. Bunu bütün dünya biliyor bir tek biz bilmiyoruz. Gırtlağına kadar batmak gibi bir kavramı rahatlıkla kullanabiliriz. Devletin hemen hemen ranta ilişkin tüm kararlarında Erdoğan'ın imzası ve iradesi vardır. Bunun en basit anlatımını İstanbul'daki kupon arazilerin satışını bana soracaksınız demesinden anlayabiliriz. Erdoğan ailesi savunma sanayine de girmiş durumda. Trump mal varlığını araştıracağız dedi, Erdoğan araştır benim verilemeyecek hesabım yoktur diyemedi. Bütün bunlara rağmen Millet İttifakı kazanırsa Erdoğan duramaz, gider. Dışarıya mı gider, içeriye mi onu bilemem ancak Erdoğan gider. En kötü ihtimalle seçimi iptal eder tekrar yaparız. Türkiye belki de Yüksek Seçim Kurulu'nun İstanbul seçimlerini iptal edip, yeniden seçim başlatması vatandaşın demokrasiye olan bağlılığını çok net gösterdi. Erdoğan bir daha cesaret ederek ben seçimi iptal ediyorum diyemez. Dediği takdirde çıkacak sonucu o da biliyor, biz de biliyoruz. Ne yapabilir? Hiç seçim yapmıyorum diyebilir mi? Bunu da diyemez çünkü toplumsal bir karşılığı yok. Tabanları itiraz eder. Demokratikleşme açısından büyük bedeller ödedik. İnsanları idam ettik… Bugün idam ettiğimiz kişiler adına havaalanları, meydanlar, okullar yapıyoruz. Dolayısıyla insanlar demokrasiyi içselleştirmiş durumda. Farklı görüşlerde olabilir ama demokrasinin güzelliğini insanoğlu öğrendi.
Kızılay ile ilgili önümüzdeki süreçte ortaya daha çok belge çıkar. Kızılay'da hala çalışan düzgün insanlar var. Buna yürekten inanıyorum. Kızılay'ı bu duruma düşüren, devlete vergi vermemek için Kızılay'ı kullanan kişilerin bu görevden ayrılması gerekiyor. Kızılay'ın 152 yıllık tarihine ihanet edilmiştir. Kızılay'ın itibarı sıfırlanmıştır. Kızılay'ın itibarını sıfıra indiren birinin görevini sürdürmesi ne demektir?
Daha ilkokuldayken Kızılay kumbaralarını taşırdık, para toplardık ve öğretmenlerimize götürürdük. Kızılay, Yeşilay, Çocuk Esirgeme Kurumu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sosyal devlet tanımına uygun üç temel kurumdur. Bir dördüncüsü de fakir fukara kurumu dediğimiz kurumdur. Ensar'a yapılan bağışa benzer başka bağışlarında olduğu biliniyor. Şimdilik gizleniyor. Yaptıkları işler meşruysa neden gizliyorlar? Açıklamıyorlar, yaptıkları işin yanlış olduğunun onlarda farkındalar. Bunu kimin talimatıyla yaptılar? Ya da bu bir rüşvet miydi? Ben sana Başkentgazı vereceğim sende bu parayı şuraya vereceksin. Oraya o parayı direk veremiyorum, Kızılay üzerinden dolanıp vereceğim. Daha önce Bilal Erdoğan'a Suudi Arabistan'dan 100 milyon dolar para gelmişti. Suudi Arabistan'daki bir fon sana neden 100 milyon dolar göndersin? Kızılay'a, Çocuk Esirgeme Kurumu'na gönder, neden Bilal Erdoğan? Neden bu aile? Bunun rüşvet olduğunu söylediler. Başka ne olabilir ki? Dünyanın en pahalı adasında öğrenci yurdu yapacaksınız, gökdelen yapacaksınız ve benimde inanmamı bekleyeceksiniz. Amerika'da koskocaman New York'ta yer mi bitti? Neden Manhattan adası? Buradan götürdükleri paralarla kendi ailesinin güvencesini sağlıyorlar. Bu kadar parayı ne yapacaksın? Farz edelim ki 500 milyar doların var? Bu parayı ne yapacaksın? Kefenin cebi yok. Bu paraya tapma işi nereden geliyor? Bu devlete yazıktır günahtır. Kendi ailesinin geleceği için devlet en acımasız şekilde kullanılıyor. Man Adası'da aynı olaydı. Erdoğan ailesi ve akrabaları Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vergi vermemek için paravan şirket aracılığıyla sermayesi 1 sterlin olan şirketle 15 milyar dolarlık iş yaptık diyor. Bu hangi ticari iş? Neyin satışını yaptınız? Hala bunun cevabını almış değiliz.
Banka dekonta itiraz etmiyor, savcı itiraz etmiyor ancak Erdoğan itiraz ediyor ve bu haberlere yasak getiriliyor. Bir belgesel hazırladık o belgesele de yasak kararı getirdiler. Devleti yönetenlerin devleti soymak gibi bir görev üstlendiklerini görüyoruz. Bilinçli olarak vergi vermemek için arayışa girmek devleti soymak demektir. Bir vatandaş bunu yapabilir, tüccardı bu yolla vergi kaçırıyordu diyebilirsiniz.
Her siyasi partinin programında adaletli bir vergi getireceği yazar. Böyle bir gerçek var, vergi olmadan bütçe olmaz. Ancak vergi adaletsiz bizde, asgari ücretli ağır vergi ödüyor. Asgari ücret üzerinden ya vergi almamak ya da çok küçük alacaksınız. Rantiye sınıfının vergi ödememesi en büyük haksızlık, siz çalışıyorsunuz matbaa kuruyorsunuz, yazıyorsunuz ve sonunda bir ürün ortaya koyuyorsunuz, bunca emeğe bir sürü vergi ödüyorsunuz, ama rantiyeciler elindeki parayı faize yatırıyor, bir sürü paraya karşılık komik bir vergi ödüyor. Rantiye sınıfını vergilendireceğiz diye kaç kere söylediler ama yapamazlar çünkü kendilerini vergilendirmiş olurlar. Yargı paketiyle ilgili bir hazırlık içindeler, büyük ihtimalle infaz sürelerini azaltacaklar, mecburen boşaltacaklar artık cezaevlerinde boş yer kalmadı. Belki de yeni gruplar için de olabilir. (Gülüyor) Dünyanın hiçbir yerinde 'Biz modern cezaevleri yapacağız diye propaganda yapmaz. Bunlar yaptılar şaka gibi"
Ben sagsol kavramlarının 18.yy kavramları olduğunu, 21yy sorunlarının, 18 yy. kavramları ile çözülemeyeceğini düşünüyorum. O dönem solun öngördüğü pekçok şeyi sağ yapıyor, o dönem sağın öngördüğü şeyleri sol yapıyor. Birbirine taban tabana zıt olmuş dönem son bulmuş. Bunun en güzel örneği Sosyal Demokrasidir. Hem demokrasiyi hem de sosyal devleti savunan bir yapı ortaya çıkmış durumda. Bugün sağ olarak tanımlanan partilerin programına baktığınızda sosyal demokrat partinin programından farklı bir şey görmezsiniz. Yargı bağımsızlığı, özgür medya, şeffaflık, etik ilkeler, devlette liyakat, bu kavramlar artık demokrasiyi savunan tüm ülkelerin kabul ettiği kavramlar. O nedenle biz sosyal demokratlar olarak, düşünen insanlar olarak kendi ülkemizin sorunlarını, kendi değerlerimizle çözmek zorundayız. Bugün Norveçte, Danimarka'da, Almanya'da ister sağcı olun ister solcu olun, kişi başı gelirin 50 bin dolar olduğu yerlerde kimsenin sorunu yok. Bizim dünyamızı çoğu zaman anlamıyorlar. Biz 3 katmanlı bir toplumuz. Bir katmanı orta çağ koşullarında yaşıyor. Şişli'ye gidin, bazı yerlerde bir göz odada 3 ailenin yaşadığını görürsünüz, bir tuvaleti ortak kullandıklarını, tuvalette duş aldıklarının tanığıyım ben. Orta çağ koşullarında yaşıyor insanlar, yine bizim gibi beyaz yakalılar var bir de kişi başı 60 bin dolar olan bır sınıfımız var. Şimdi biz alttaki kesimin gelirini yükseltmeye çalışıyoruz. İster sağcı olan ister solcu bu herkesin ortak amacı. Ben 21 yy'da tanımın sağcı solcu ekseninde değil, tanımın demokrasiden yana olanlar ya da otoriteden yana olanlar diye ikiye ayrılması gerektiğini düşünüyorum.
Bugün ABD'de demokrasi var mı? Trump! Erdoğan'dan bir farkı yok, Hindistan'da Mondi var, Rusya'da Putin var, bunlar tek adam rejimini savunuyorlar. Devlet benim diyor, yargı benim istediğim gibi karar verir diyor. Buna direnen Amerika'nın alt katmanları, yargısı, direniyor ve güçlü bir demokrasisi olduğu için, onun dışında yok böyle bir şey...
Biz de parlementer sistemi savunarak, güçlü bir sosyal devleti, saydam, her şeyin hesap verilebilir bir devleti savunuyoruz. Evrensel İnsan Hakları endeksinde büyüyen bir devlet düşünüyorum. Ben bunu söylediğimde çok kızıyorlar, soldan vazgeçti, sağa mı kaydı! Ben onlara şunu söylüyorum, 'Kardeşim taşeron işçilerin sorununu kim dile getirdi, biz getirdik. Taşeronda iş güvenliği var mıydı? Patronun iki dudağı arasında, hatta bazı taşeronlar asgari ücretin bir kısmını geri alıyordu. Adam korkudan sesini çıkaramıyordu işimi kaybederim diye, onalra belli bir güvencenin sağlanması, emekliye 2 maaşın verilmesi gibi pek çok hakları getirebiliriz. Biz bunu solcu olarak değil, demokrasiye inanan, döktüğü alın terinin karşılığını alınmasını hepimiz savunuruz. Ben bunları sağsol olarak değil demokrasi olarak tanımlıyorum.
Eskiden ben çocukları alır, her Cumartesi kitapçıları gezerdik. O kitapçıları gezmek kadar güzel bir şey yoktu. O kitapları alırsınız, yeni neler çıkmış bakarsınız, arkasını okursunuz. Şimdi bunlar bitti, artık o benim hayatımın en büyük lüksüymüş. Çocukların büyüdüğünü şöyle anladım. Kerem bizim en küçüğümüz, bi gün eve geldim, Kerem güzel bir film var, beraber gidelim dedim, Baba sen git ben arkadaşlarımla gideceğim dedi. Anladım ki çocuklar büyümüş, tabi çocuklara hanım baktı, benim çocuklar üzerindeki emeğin sınırlı...
Beslenme derseniz, sabah kahvaltı ve akşam yemeği yiyorum. Genelde 2 ögün besleniyorum. Düzenli bir beslenme ortamımız yok. Kafamızı boşaltmak için, güzel bir film yakalarsam ve vaktim varsa izliyorum ve dinleniyorum. Siyasetçinin şöyle bir açmazı var, uyanıksanız günün 24 saati siyaset düşünüyorsunuz. Kim konuştu, ne dedi, ona ne cevap verilecek, sürekli çalışıyoruz. Toplumun bilinen, sevilen akademik kişileriyle zaman zaman buluşur sohbet ederim. Bazen tarihçiler, felsefeciler olur.
Geçen bir babakız geldi. Baba emekli doktor kız piyanist, kızın hikayesini anlattı bana, akşam piyona resitali var siz de gelin dedi. Bende vakit olursa gelirim dedi. Kızın hikayesini anlattılar bana, kız doğduktan sonra 3 yaşında okuma yazma öğrenmiş kimse öğretmeden, eli kalem tuttuktan sonra resim yapmaya başlamış. Piyano çalmaya başlamış, öğretmenler toplanmış bu piyano mu çalsın yoksa resim mi yapsın? Piyano için belli bir yaş gerekiyor parmak eğitimi için, resimi her zaman yaparlar deyip resimden vazgeçirmişler. Babası dedi ki benim kızımın bir özelliği daha var benim kızım beste de yapıyor. Sordum kaç besten var diye, bilmiyorum dedi. İçimden kesinlikle bu programa katılmalı ve bu kızı dinlemeliyim dedim. O gece gittim, kız İngiliz Kraliyet Akademisi tarafından kabul edilen tek Türk...
Piyano dersinde ilk okuldan sonra ortaokul, liseyi atlamış üniversitede piyano eğitimine devam etmiş. Baba emekli maaşıyla kızının piyano eğitimi için evini satmış. O kız o akşam doğaçlama bir piyano çaldı ve olağanüstü bir yetenek. Böyle bir yeteneğin Türkiye'de yetişmiş olması, Kraliyet Ailesine kadar ulaşması, kim bilir ne yeteneklerimiz var.