Boğaziçi'nin 19922000 yıllarında rektörlük görevini üstlenen Prof. Dr. Üstün Ergüder, Melih Bulu'nun atanmasına karşı çıktığı için Süleyman Soylu tarafından üniversiteyi karıştırmakla itham edilmişti. Ergüder, İsmail Saymaz'a konuştu.
İsmail Saymaz'ın bugünkü köşe yazısı şöyle:
Boğaziçi Üniversitesi'nin partili rektörü Melih Bulu, yaklaşık altı ay süren protestolar üzerine 14 Temmuz'da bir gece yarısı kararnamesi ile görevinden alındı.
Boğaziçi'nin 19922000 yıllarında rektörlük görevini üstlenen Prof. Dr. Üstün Ergüder, kayyum niteliğindeki atamaya karşı çıkan bilim insanlarındandı. Bu yüzden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından üniversiteyi karıştırmakla itham edilmişti.
Günün sonunda Ergüder haklı çıktı.
Bulu, gitti.
Boğaziçi'nde yeni rektör için seçim sürecine girildi.
Merkezi Bologna'da (İtalya) bulunan Magna Carta Akademik Özgürlük ve Kurumsal Özerklik Konseyi'nin 20092013 yıllarında başkanlığını yürüten Ergüder ile Boğaziçi'ndeki çalkantılı altı ayı konuştuk.
Tahmin etmedim. Arkadaşların hassas olduğunu biliyordum. O kültür bir yaşam alanı sağlıyor. Hep böyle olmuştur. 1970'lerde üniversitelerde öğrenci eylemleri nedeniyle öğretim aksarken Boğaziçi sakindi. Bazı öğrenciler “İsviçre gibi” derdi.
Boğaziçi'nde hep seçim mi olurdu? Hayır. İlk atanan, 1971'de Abdullah Kuran'dı. Milli Eğitim Bakanlığı kurucu rektör olarak atadı. Robert Kolej'in müdür yardımcısıydı ve herkesin saydığı bir isimdi. Sıkıntı olmadı.
Herkesin dikkatten kaçırdığı bir şey var: Amerikalılardan devralınan kurum da çok katılımcıydı. Her şeyde genel kurul yapılırdı. Genç öğretim üyeleri kuruma katıldığı zaman profesör ve doçent gibi ayrımlara uğramazdı. Kapılarda profesör yazmazdı. 1976'da seçim yapıldı. Kuran seçildi. 1979'da Semih Tezcan seçildi. 1982'de YÖK, Ergün Toğrol'u atadı. Büyük bir sürprizdi. Herkesi kara bağladı. Ergün Bey'in saygın bir kişiliği vardı. İdare etti. Fakat Boğaziçi hiç benimsemedi.
Evet. Şöyle laflar duyulurdu: “Burası İngiliz kolonisi mi dışarıdan vali gönderiyorlar? Bizde adam yok mu?” Mezunların katılımıyla bildiğimiz bir rektör atansın diye uğraşıldı. 1992'de Boğaziçi'nde gayrı resmi seçim yapıldı. Dört aday oya göre sıralandı. Ben birinciydim. Ankara'ya duyuruldu, eğer atama yapılacaksa tercihimiz bu arkadaşlar diye.
Bu arada 1992'de üniversitelerde rektör seçimi getirildi. Üniversiteler altı adayı aldıkları oya göre sıralayacak, YÖK üçe indirip Cumhurbaşkanı'na sunacaktı. En çok oy alan ben oldum ve atandım.
Boğaziçi Üniversitesi'nde 2016'ya kadar hep birinci olan aday atandı.
2004'te rektör seçilen Ayşe Soysal 2008'deki seçimde ikinci geldi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Soysal'ı atamak istedi. Soysal, “Üniversitemde gelenek var. Birinciyi istiyoruz” dedi. Kadri Özçaldıran'ı atadılar. 2016'ya kadar sorun olmadı. O yıl seçimi kaldırdılar. Acı bir şey yemiş gibi oldu millet. Oyların yüzde 80'ini alan Gülay Barborosoğlu atanmadı. Cumhurbaşkanı Rektör Yardımcısı Mehmed Özkan'ı atadı. İlk günlerinde tepki oldu. Özkan, geleneğe uygun hareket etti. Zaman zaman Ankara'yı karşısına aldı. Herkes benimsedi Özkan'ı. 2020'de tekrar atanması bekleniyordu. Akla bile gelmeyen bir aday bir gecede atandı.
Çünkü üniversiteden değil. Bakın, ABD'de de rektör atanır. Arama komitesi çalışır bütün sene. Öğrenciler de katılır. Aday çıkarırlar. Mütevelli heyeti atar. Tepkiye neden olmaz. Çünkü üniversiteye danışılır. Bizde kör gözün parmağına oluyor. 1982'de bir sabah kalktık, tanımadığımız birisi gelmiş. Herkes sersemledi. Boğaziçi, 1992'den beri seçim kültüründen geliyor. Kavga dövüş olmadı. Boğaziçi altın yıllarını seçimle yaşadı. Performans arttı. Yerleşik ve yürüyen sistem varken, insanların adını duymadığı bir arkadaş atandı. Benim de yadırgadığım şu: Ya niye böyle yapıyorlar. Öykündüğümüz akademik dünyada sormadan etmeden ve üniversiteye danışmadan atama olmaz.
Avrupa Üniversiteler Birliği'nde hizmet ettim. Bir sürü üniversite dolaştım. Akademik Özgürlük ve Kurumsal Özerklik Teşkilatı'nda sekiz sene hizmet ettim. Dört senesi başkan olarak… Sistemleri biliyorum. Böyle sürpriz atama olmuyor. Avrupa'da seçimlere idari personel de öğrenci temsilcileri de kayılıyor. Ülkeden ülkeye farklılıklar var.
Yerinde olmak istemezdim. Biliyordum gelecek tepkiyi. “Arkadaşlar bozulacaklar” demiştim. Bir de Ankara'yla takışacaklar.
Bulu, ne kadar çabaladı, bilmiyorum. Şunları yaptı: “ Metallica severim” dedi. Bahçede dolaştı, öğrencilerle konuşmak istedi. Başka şekilde hassasiyet göstermesi lazımdı. Mesela birtakım kararlar aldılar, atamalar yaptılar.
Yok bence. O şekilde fakülte kurulması akademik geleneğe aykırı. Boğaziçi'nde tesis sorunu var. Amerikalılar devrettikleri zaman kampüs İstanbul dışındaydı. Şimdi kapısına metro geldi. İnşaat yapamıyorsun. Hepsi eski eser. Kapasite sorunu var. Biz YÖK'e anlatırdık. “Bizi lisansüstü merkezi yapın, üniversitelere hoca yetiştirelim” derdik. Fakülte kurduğun zaman böyle sorunlar var.
Bana da sürpriz oldu. İletişimi hele hiç anlamıyorum.
İnanmak istemiyorum.
Arkadaşların itidalli davranması lazım. Ve ümidim Ankara, birazcık duymaya ve anlamaya çalışır.
Ankara, üniversiteden gelen talepleri biraz anlamaya çalışmalı. Bunlar böyle şımarık bir başkaldırı değil. Ciddi talepler. YÖK zamanında duydu. 1990'larda YÖK'e anlattık. Eğitim fakültemiz vardı, çok öğrenci gönderiyorlardı. Tesisleri gösterdik. Bizi dinlediler.
Evet. Duysunlar ve anlasınlar.
Bence geçirilmeli. O iş üniversitenin dokusuna zarar verecektir. Aşırı yük binecektir.
Üniversitelerimiz için rektör arama süreci geliştirilmeli. Vakıf üniversiteleri çok güzel uyguluyor. Bir sene sürüyor. Adaylar tartışılıyor. Tercihim, bırakın her üniversitemiz kendi rektörünü bulsun. Bugün vakıf üniversiteleri yapıyor bunu. Niye devlet üniversiteleri yapamaz ki?
Külliyedeki iç dengelere bakmak lazım.
“Hocam, sizin adınız geçiyor, biz üzülüyoruz” dedi. “Ben de kurum için çok üzülüyorum, harcanmaması gerekir” dedim. Dedi ki “Adınız geçiyor.” Ben de “Yirmi sene oldu ayrılalı. Altı aydır Bodrum'dayım. Hâlâ adım geçiyorsa gurur duyarım” dedim. Sahiden kampüse uğramamıştım. İlgim yoktu. Niye üstüme çullandılar, bilmiyorum. 84 yaşıma geldim, işim yok da eylem mi idare edeceğim?