Dünya sağlık politikasının nasıl finanse edildiğini ve nereden yönetildiğini analiz etmeden Corona virüsü, salt tıp boyutuyla ele alınabilir mi?
Konunun ekonomipolitiğine başlayabilirim:
– Dünya Sağlık Örgütü'ne güveniyor musunuz?
– Dünya Bankası'na güveniyor musunuz?
İçli dışlı bu ikili, II. Dünya Savaşı'ndan sonra (ABD öncülüğünde) kuruldu ve sözüm ona Birleşmiş Milletler çatısı altında çalışıyor…
Dünya Sağlık Örgütü ile Dünya Bankası, Uluslararası Sağlık Ortaklığı (IHP +) yönetiminin çekirdek takımı oluşturuyor. Bunlar dünya sağlığında söz sahibiler…
Evet, paraya bakılmadan analiz yapılmaz. Mesela:
Dünya Sağlık Örgütü, üye devletlerin ve dış bağışçıların katkılarıyla finanse ediliyor. En büyük katkıyı ABD veriyor. İkinci sıradaki Japonya, ABD'nin yarısı kadar ödeme yapıyor!
Örgütün giderlerine bakıldığında ülke katkıları bütçesinin onda biri kadarını ancak buluyor. Asıl parayı Bill ve Melinda Gates Vakfı ve Rockefeller Vakfı gibi kuruluşlar veriyor. (“Bulaşıcı hastalıklar” denince akla gelen Gates Vakfı, ABD'den sonra Dünya Sağlık Örgütü'nün ikinci büyük bağışçısı…)
360 milyar doları aşan varlıklarıyla, dünyanın en büyük 27 vakfın 19'u Amerikalı…
Ultra zengin “hayırseverler” vakıfları aracılığıyla, küresel sağlık ve tarım sektöründe karar verme üzerinde büyük etkiye sahip olup dünya gündemini belirliyor…
Dünya Sağlık Örgütü dediğiniz zaman aklınıza hemen bu kuruluşlar gelmelidir. Ki zaten Dünya Sağlık Örgütü'nün “kurucusu” Rockefeller idi!
Birileri soruyor:
– “Çin'e milyar dolarlar kaybettiren Corona virüs salgını, biyolojik savaş ürünü mü?”
Büyük kitle feveran ediyor, “komplocular!”
Her tartışmaya “komplo” diyen cahillikle başa çıkmak zor.
Yahu arkadaş bir soluklan, bir dinle! Örneğin…
ABD'nin “Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi” (CDC) adlı kuruluşu var.
1946'da “Sıtma Kontrol Faaliyetleri Ofisi” adıyla kuruldu. Kuruluşunda en büyük desteği Rockefeller Vakfı verdi. (İlk yıllarında, mucidine Nobel verdikleri DDT ile dünyayı zehirlediler ama bu ayrıntıya girmeyeyim şimdi.)
Bu kuruluş ta Kore Savaşı döneminde 1951'de, biyolojik savaş kaygısıyla Salgın İstihbarat Servisi (EIS) kurumunu faaliyete geçirdi. Ayrıntıları atlayayım:
Geçtiğimiz yıllarda CDC, 1984'den 1989'a kadar Saddam döneminde Irak'a; Botulinum toksini, Batı Nil virüsü, Yersinia pestis ve Dang humması virüsü dahil olmak üzere birçok biyolojik savaş ajanı gönderdiğini itiraf etti!
CDC, ABD'nin Irak işgaliyle daha da büyüdü. ABD Başkanı G. W. Bush yönetimini biyolojik savaşa karşı kurumun etkinliğini artırdı…
Bugün, CDC biyogüvenlik laboratuvarları dünyada var olan birkaç laboratuvar arasında! Ne ürettikleri devlet sırrı kapsamında…
Bunları hiç mi konuşmayalım, yazmayalım…
Genel kabullerle hareket etmek yazarı “korunaklı” yapıyor.
Gerçeği inatla yazmak ise, vasatlığın hâkim olduğu toplumlarda yazarın “komplocu” ithamıyla karşılaşmasına sebep oluyor!
Okuma… Düşünme… Küresel medyanın eline verdiğini hiç kuşku duymadan çevir, verdikleri “katkı payıyla” sözde “bilim dergisi” çıkar ve sonra “muhalifim” diye yuttur yutturabildiğin kadar!
Rockefellerkapitalist tıp düzenine tek söz edemiyor bu arkadaşlar…
Örneğin… Türkiye'ye biyogüvenlik laboratuvarı neden kurdurulmuyor? Biriniz de bununla ilgilenin be arkadaş, hep boş lakırtı…
Bak arkadaş…
Dünyanın en kirli üçüncü sektöründen bahsediyorum. Donald Rumsfeld 1997'de çiçek hastalığına karşı geliştirilen “Cidofovir” adlı şirketinin ilacını, Amerikan FDA'da onaylattırmayı, ardından da molekülünü Pentagon'un “biyoterörizm” alanındaki araştırmalarına dahil etmeyi başardı!
Rumsfeld 2001'de tekrar Savunma Bakanı olduğunda, “şarbon saldırıları yalanı” döneminde Pentagon'a bu ilacı sattı!
Ülkesini kazıklayan küresel dev Çin'e ne yapmaz? Virüsü silah gibi kullanmaz mı? Biyopolitika bilinmeden her soruya peşinen karşı çıkmak yanlıştır…
Şunu da eklemezsem içim rahat etmez:
Kızılay, Dünya Sağlık Örgütü'nün “gözlemci” kuruluşu. Corona konusunda dünya panikte ama bizim Kızılay, Ensar, TÜRGEV, Türken gibi iktidar vakıflarına para aktarmakla meşgul…
Zavallı ülkem aydınıyla, iktidarıyla, hayırsever kuruluşuyla korunaksız bırakıldı…