ANALİZ
Tam bir yıl önce Erdoğan, daha net biçimde Suriye'ye operasyon yapılacağını söylemişti.
Sonra aralıklarla aynı şarkıyı tekrarlayarak “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedi.
Sonunda Suriye operasyonu, ekim ayının ortalarında gerçekleşti.
Bir yıldır Suriye'ye yönelik bir operasyon yapılmayacağını yazdım söyledim.
Yapılsa da bunun sadece “bir tur atıp çıkmaktan ibaret” olacağını belirttim.
Nitekim öyle oldu.
Yandaş tetikçi medya eliyle, ülkede müthiş bir baskı yöntemi uygulandı. Sınır ötesi bir terör operasyonu sanki bir fetih gibi destanlaştırılmaya çalışıldı, birkaç gün içinde Amerika “Durun” dedi. Trump'ın gönderdiği adamları bir teslimiyet anlaşması imzalattı, operasyona ara verildi, ardından aynı işi bir de Rusya yaptı, AKP iktidarı, operasyonu bitirdiğini açıkladı.
Sonuç; Bir tur atıp çıkmış olduk.
Şimdi “destan” lafları pek yok ortalıkta ama “30 kilometrenin de ötesine geçeriz, önümüze bir tane PYD'li çıksın, yok ederiz” söylemi yaygın.
Erdoğan, böyle konuşunca bir de baktık ki Amerika çekilmekten vazgeçmiş, gerisin geriye dönüyor.
Ruslar da daha batıda dururken, şimdi bütün güney sınırımızı kapattı.
Güvenli Bölge kurduğumuz söyleniyor ama Rusya'nın izni, Amerika'nın haberi olmadan Suriye tarafına dönüp bakamıyoruz bile.
İşin kötüsü, Suriye ile de döndük 8 yıl öncesine. Bir ara “Katil Esed'le değil yan yana gelmek, adını bile anmam” diyordu Erdoğan, şimdi Esad diyor ki, “O adamla konuşmam ama askerler arasında konuşuyorlar, zaten Türk Ordusu da Erdoğan'a karşı ama belli etmiyor.”
Erdoğan ise sanki hiçbir şey olmamış gibi mağduriyet edebiyatını aynen sürdürüyor.
“Ruslar ve Amerikalılar” diyor, “Bunların derdi petrol, başka bir şey düşünmüyorlar.”
O halde AKP Genel Başkanı'na şunu sormak isterim; “Rusların ve Amerikalıların derdi petrolse, sizin derdiniz neden petrol değil?”
Ancak bunun yerine “aşağılık duygusu içinde ve mağduriyet edebiyatı” ile iç kamuoyunu etkilemeyi ve gücünü artırmayı hedefliyor.
Oysa yıllardır yazdığım ve söylediğim gibi Türkiye, bölgede güçlü bir oyun kurucusu olmak için hemen burnumuzun dibindeki petrol sahalarına el koymak zorundadır.
Bu bölgedeki petrol yatakları ya IŞİD'in ya PKK'nın ya da aşiretlerin elinde oyuncak olmuş durumda.
Amerika ve Rusya ise bunları kullanarak kendi hakimiyetini sürdürüyor. Çünkü başka çaresi yok.
Buna karşı bu bölgeler Türkiye'nin hakimiyetinde olsa, durum çok daha farklı olacaktır.
Petrol bölgelerinin Türkiye'nin elinde olması tüm bölgenin barış ve güvenliği için de en doğru yoldur.
Petrol gelirinin kontrolü, bunun terör finansmanında kullanılmasının önlenmesi, Türkiye sayesinde bir NATO denetiminin bölgede daha ciddi biçimde uygulanması, bölgedeki Kürtlerin de Arapların da gayrimüslimlerin de çıkarınadır.
Açılım adı altında yanlış bir politika izlenmesi yerine, Türkiye'yi biraz genleştirecek ama bölgedeki gücünü artıracak böyle bir strateji uygulaması, Türkiye'nin iç huzurunu da artıracaktır.
Ancak ne yazık ki AKP iktidarı, konuyu Türkiye yararına bir siyasete dönüştürmek yerine, iç politikada kalıcı bir hakimiyeti sürdürmek amacıyla heba etmektedir.
ÜZÜLDÜM
Ergenekon Davası'nın, AKP iktidarı ve cemaatin ortaklaşa yürüttüğü bir kumpas sonucu açıldığı ortaya çıktı biliyorsunuz.
Tabii daha güçlü olan ve devletin tüm çarklarını elinde tutan AKP, işin içinden sıyrılmayı, bütün suçu cemaatin üzerine yüklemeyi başardı.
Sonuçta AKP kahraman olurken, cemaat de terör örgütü ilan edilmiş oldu.
Ergenekon Davası çoktan bitti aslında.
Sadece bir kişi için bitmemişti.
O da Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ idi.
Çünkü Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olarak Ergenekon Davası'nın içine usulsüz olarak konmuştu.
Başbuğ'u ancak Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi yargılayabilirdi.
Bu nedenle Ergenekon Davası beraatla bitmesine rağmen, İlker Başbuğ'un usulen de olsa Anayasa Mahkemesi'nde yargılanması gerekiyordu.
Bu duruşma geçen perşembe günü yapılacaktı.
Muhtemelen birkaç dakika içinde beraat kararı açıklanacaktı.
Ancak son anda Erdoğan müdahale etti ve yargılamaya izin vermedi.
Böylelikle dava düştü, Başbuğ otomatikman kurtuldu.
Bunun üzerine yazdığım yazı ile “Bakalım Başbuğ, Erdoğan tarafından affedilmiş gibi olmasına ne diyecek?” diye sormuştum.
Başbuğ'un cevabı dün geldi.
Hiç alınmamış Genelkurmay eski Başkanı.
Kararın, “beraat olarak değerlendirilmesi” gerektiğini söylüyor.
Yapma paşam, Kozmik Oda aranırken de Erdoğan'a karşı çıkamamıştınız, bir Genelkurmay Başkanı'na ‘terörist' dendiğinde de tepki gösterememiştiniz, şimdi açıkça Erdoğan'ın affına mazhar oluyorsunuz yine sesiniz çıkmıyor.
Ama nedendir bilemiyorum laik, Atatürkçü, demokrat kesim sizi pek seviyor.
Toz kondurmuyor.
Allah yolunuzu bundan sonrası için açık etsin.
Bu gidişle muhalefetin cumhurbaşkanı adayı da olursunuz.
BUNU YAZMAK GEREK
Ekrem İmamoğlu, iki kere seçim zaferi kazandıktan sonra “Sayın Erdoğan'ın bilgi ve deneyimlerinden yararlanmak isterim, bu nedenle kendisinden randevu talep ettim” demişti.
Bu talebe uzun süre cevap gelmemişti.
Bizlerin de ara sıra konuyu sormamız üzerine saraydan yapılan açıklamada, “Sayın Cumhurbaşkanı'nın isteyen herkese randevu veremeyeceği” belirtildikten sonra “Sayın Cumhurbaşkanımız ancak daha önce de olduğu gibi toplu davetler yaparak belediye başkanlarının sorunlarını dinlemektedir” demişti.
Nitekim bir süre sonra büyükşehir belediye başkanları saraya çağrıldı.
Bizler tabii ki şaşırdık.
Neredeyse bir devlet büyülüğündeki İstanbul Belediyesi'nin 30 belediye ile birlikte çağrılmasının İstanbul'a da bir hakaret olduğunu söyledik.
Ancak CHP'liler çok kızdılar.
“Cumhurbaşkanı çağırıyorsa devlet terbiyesi gereği gidilir. Bundan da muhalefet çıkarmayın” diye bizleri azarladılar.
CHP'li büyükşehir belediye başkanları da saraya çağırılmalarından çok hoşnut olarak “Tabii ki koşa koşa gideceğiz” dediler.
Gittiler. Erdoğan iş yapmadıkları, önemli görevlere eş dost akraba getirdikleri gerekçesiyle bunları bir güzel azarladı. “Aranızda konuşun artık, bir WhatsApp grubu kurun” diye de akıl verdi.
Hiçbiri gıkını çıkaramadı.
Sonra ne oldu, CHP'liler “devlet terbiyesi gereği, Cumhurbaşkanlığı makamından olumlu bir sinyal beklerken” tam tersi oldu ve saray, büyükşehirlerin yetkilerini ellerinden almak için kolları sıvadı.
Artık akılları başlarına mı geldi bilemem Ekrem İmamoğlu, Erdoğan'a tepki göstermiş.
Demiş ki, “Biz iki ay önce, Sayın Cumhurbaşkanı'nın davetiyle, 30 büyükşehir belediye başkanı olarak Ankara'daydık. Sayın Cumhurbaşkanı, ki biz öneriyi vermiştik, bir komisyon kurulması, 3 CHP'li, 3 AK Partili, hatta içinde 6 bakanımız vardı, Sayın Fuat Oktay'ı bu konuda görevli kıldı. ‘Bir toplantı yapın' dedi. Tam iki ay önce. Bir tane WhatsApp grubu kuruldu. WhatsApp grubu kurulsun diye biz oraya gitmedik. İki ay önce verilen bu sözün yerine gelmesini istiyoruz.”
Ne diyeyim, “Goodmorning, after supper.”
Tercüme ettirsinler artık onu da yapacak halim yok ya.
BAŞIMDAN GEÇENLER
Geçen hafta pazar günü Ankara'da kitap fuarına gelmiştim.
Sabah Ankara'ya indim, berbat bir organizasyon yüzünden biraz sıkıntı çektim.
Garip olan şu ki AKP zihniyeti, 17 yılda herkesin içine sinmiş.
Kitap fuarını düzenleyenler bırakın özür dilemeyi, gelip bir gönül alma hassasiyetinde bile bulunmadılar. Öyle bir kibirle donanmışlar anlayın artık.
Akşam da İstanbul'a döndüm.
Havaalanına uçağa bir buçuk saat kala geldim.
Baktım telefonun şarjı bitmek üzere.
Terminal içinde bir iki noktada “telefon şarj cihazları” var.
İki lira atıyorsunuz 15 dakika şarj ediyor.
Aslında etmiyor.
Telefonumu şarja taktığımda yüzde 7 güç kalmıştı. Üç kere üst üste 45 dakika şarja takılı kaldı telefonum ve ancak yüzde 10'a çıktı.
German Grup diye bir firma adı yazıyor şarj cihazlarının üzerine.
İki liraya bile tamah ediyorlar ya, insanın canı sıkılıyor.
Bu arada cebimde bozuk olarak 4 lira vardı.
Üçüncü kez cihaza para atmam gerekince, hemen makinenin yanındaki gazete satan yerdeki görevliden beş lira bozmasını rica ettim.
“Para bozmamız yasak” dedi.
Nedenini o da bilmiyor.
Ben de baktım, gazeteler arasında bir yerel gazete var, 50 kuruş, aldım, görevliye 50 lira uzattım.
Mecburen bozdu.