Halk TV yazarı Ayşenur Arslan, "Doğrusu, Erdoğan'ın son zamanlardaki çıkışlarının 'siyasi hamlelerle gerçeklerin çarpıtılması' politikasının ötesine geçtiği kanaatindeyim. Söylediklerine inanan yok mudur? Elbette vardır. Yüzde 2, bilemedin yüzde 5.. Fazlası, Erdoğan'daki en hafif tanımla metal yorgunluğunun farkında." ifadelerini kullandı.
Arslan'ın bugünkü "Ya kral delirirse!" başlıklı yazısı şöyle:
İtiraf edeyim! Başlığı, dikkatinizi çekmek için attım! Yoksa, yazıya konu "karakterlerin" başlıkla, yani "delilikle" hiçbir ilgisi yok. Olsa olsa tarihin en ünlü "deli kralı" 3. George'u hatırlatacaktır.
Bilenler bilir, İngiltere tahtında neredeyse 40 yıl hüküm süren 3. George tarihe de sanata da adını böyle yazdırdı. Birdenbire delirmedi elbette. Belirtiler yavaş yavaş ortaya çıktı. Saray hekimleri, kimi zaman birbirine zıt teşhis ve tedavilerle, o zamanın "sağlık modasına" uygun yöntemler uyguladı. Örneğin, bir süre ilaç niyetine arsenik verildi.
Bugünün tıp dünyası, dönemin kayıtlarına baktığında 3. George'a şizofreni ya da bipolar bozukluk teşhisi koyuyor. 1700'lerin son çeyreğinde böyle bir teşhis koymak söz konusu değildi elbette. Hele bir krala!
Nitekim uzun süre, kralın rahatsızlığı halktan gizlendi, Saray'da da görmezden gelindi. Günün birinde Hyde Park'tan geçerken arabadan inip, Prusya Kralı olduğunu zannettiği bir ağaçla uzun uzadıya sohbet edinceye kadar..
O gün, tahttan indirildi. Belki kendisinin de hala kral olduğunu zannettiği bir "dünyada" unutulmaya terkedldi.
* * *
Kral 3. George, tarihçiler ve sanatçılar için çok "cazip bir malzeme" idi kuşkusuz. En çok da şu soru nedeniyle:
Deliren ya bir kralsa....
Öyle ya! Sıradan bir insana bu teşhisi koymak kolay da.. Gücünü tanrıdan aldığı düşünülen birine teşhis nasıl konulur? Konulursa ne yapılabilir? Tahttan / koltuktan indirmenin yolları nasıl bulunur?
* * *
Bir itiraf daha: Elbette anlamışsınızdır! Yazıya ilham kaynağı olan, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki ilginç polemik.
Erdoğan, Anayasa'nın ilk 4 maddesinin değiştirilmesini / kaldırılmasını öneren ismin eski yol arkadaşı, bugünün da Saray sakini İsmail Kahraman olduğunu unuttu! CHP lideri Kılıçdaroğlu'na verdi veriştirdi:
"Biz yeni anayasa diyoruz, birileri de çıkıyor gerekirse ilk 4 maddeyi de değiştiririz diyerek PKK güdümündeki siyasi yapıya göz kırpmaya çalışıyor. Anayasa’nın ilk dört maddesini değiştirme fikri CHP’nin ve dolayısıyla tüm CHP’lilerin ifadesi midir yoksa Kılıçdaroğlu’nun kişisel fikri midir? Bu CHP’nin kurumsal iradesi ise ortada ülkemiz açısından çok vahim bir sorun var demektir."
Kılıçdaroğlu, bu tuhaf çıkışa sosyal medyadan yanıt verdi. Ve bir öneride bulundu:
"AK Parti'nin ileri gelenleri “Anayasanın ilk dört maddesinin değişmesini” talep ediyor; Erdoğan, benim söylediğimi zannediyor. Artık sağlık raporu istemek, bir devlet güvenliği meselesi haline gelmiştir. Erdoğan, bağımsız bir kuruluştan, sağlık raporu almalıdır, hem de hemen!"
* * *
Kılıçdaroğlu'nun rapor önerisinin ardındaki iddiayı bilmiyorum. Ancak, kimi durumlarda bunun ne kadar önemli olduğunu kendimden biliyorum.
1980'lerin başı. Oğlum daha bebek. TRT'deki işime dönmüşüm. Ve her zamanki gibi 6 gün artı hafta içi ya sabah ya gece mesaisi ile sonuçta 7 gün çalışıyorum.
O günlerde bardak var. Fırın var. Ankara'da yaşadığım için biliyorum, Esenboğa Havaalanı da var.
Ama otomatik çamaşır makinesi yok. Onsuz, bebekli yaşam ve ağır mesai üzerime resmen çökmüş.
Bir akşam, işten çıkıp eve geldim. Dört katlı apartmanın dördüncü katına çıktım. Ve.... Kalakaldım! Kattaki dört daireden biri benim, ama hangisi? O güne kadar fark etmemişim, kapıların ve zillerin hiçbirinde isim yazmıyor.
"Aşağıya ineyim, kafamı boşaltayım.. Hızla yukarı çıkayım.. Ayaklarım beni doğru yere götürür.."
Öyle de yaptım. Ama nafile! Ayaklarım ve zihnim bana yine yol göstermedi. Belli ki bana bir şeyler oluyordu, ama ne! Aklımdan habire "stopaj oldum" cümlesi geçiyordu. Geçerken, bunun doğru sözcük olmadığını biliyordum aslında. Ancak zihinsel yorgunluğa işaret eden "sürmenaj" sözcüğünü bulamıyordum.
Neyse ki, şu kadarını hatırlıyordum. Evim arka bahçeye bakıyordu. Dolayısıyla seçenekler ikiye iniyordu. Aradan geçen onca zamana rağmen iki seçeneği bire indiremeyince şansımı denemeye karar verdim. Kapılardan birinin zilini çaldım.
Yanıt gelmedi.
Oysa, evde oğlumla babaannesi vardı. Dolayısıyla zil yanıtsız kalamazdı. Demek ki... Doğru kapı, en sona bıraktığım kapıydı!
* * *
Zihinsel yorgunluğun / tükenmişliğin ne demek olduğunu bu kadar "net" yaşadığım için bilirim...
Beyninizde kapılar kapanır. Ne demek istediğinizi bilirsiniz ama uygun sözcükleri bulamazsınız. Nereye gitmek istediğinizi bilirsiniz ama doğru rotayı tutturamazsınız.
Sürmenaj olmuşsunuzdur. Ama soranlara "stopaj oldum" dersiniz.
Doğrusu, Erdoğan'ın son zamanlardaki çıkışlarının "siyasi hamlelerle gerçeklerin çarpıtılması" politikasının ötesine geçtiği kanaatindeyim.
Söylediklerine inanan yok mudur? Elbette vardır. Yüzde 2, bilemedin yüzde 5.. Fazlası, Erdoğan'daki en hafif tanımla metal yorgunluğunun farkında. Kimi zaman Saray İletişim Başkanı Fahrettin Altun'a kimi zaman "parti yönetimi" gibi netliği yapılmamış bir fotoğrafa yöneltilen eleştiriler ortada. Aslında her biri "size söylüyorum, Erdoğan anlasın" kabilinden eleştiriler. Üstelik giderek ve derinleşerek artıyor.
* * *
Erdoğan o eleştirilere kulak verir mi?
"Galiba ben stopaj değil de başka bir şey oldum" deyip harekete geçer mi?
Ne kadar yorgun olduğunu fark edip "çekilme zamanı geldi" der mi?
Hayır.. Hayır.. Ve hayır..
Zaten fark etse ne olur ki!
Daha dinç, daha sağlıklı günlerinde bugünlerden daha doğru kararlar mı veriyordu?
İçerden dışarıya, vahim politikalara imza atarken sürmenaj mıydı?
Değildi kuşkusuz!
Ama bu kadar uç noktada da değildi.
Neyse bunu da yolun sonuna geldiğine dair bir işaret olarak görelim.
3. George'u hatırlamaya, hatırlatmaya gerek yok. Tarih, Erdoğan'a nasılsa sayısız örnek sunuyor.