Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, AA’nın Ayasofya Camii’ne ilişkin sorularını yanıtladı. Notre Dame örneği veren Kalın, “Notre Dame örneği de var mesela Paris'te. Hem kilisedir hem müzedir. Ayin zamanı insanlar giderler orada ayin yaparlar Hristiyanlar. Bunun önünde bir engel yok. Ayasofya'nın da ibadete açılması yerli yahut yabancı turistlerin orayı ziyaret etmesine mani değil” dedi.
Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Anadolu Ajansının Ayasofya Camii’ne ilişkin sorularını yanıtladı.
SORU: Efendim son sorumuz Ayasofya ile ilgili. Malum Ayasofya ile ilgili şu an Danıştayda bir süreç var. Ancak tabii bir taraftan Amerika Birleşik Devletleri'nden bir açıklama geldi, bir taraftan Yunanistan'dan Ayasofya ile ilgili açıklama geldi. Siz bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önümüzdeki günlerde biz ne göreceğiz Ayasofya ile ilgili? Şimdi Ayasofya'nın camiye çevrilmesi meselesi uzun yıllardır gündemimizde olan, toplumsal talebi ve karşılığı olan bir mesele. Bunu "Camiye çevrilirse Ayasofya'nın dünya mirası kimliği ortadan kalkar" şeklinde eleştirenler var. Bahsettiğiniz ülkelerin bir kısmı bu yönde eleştiriler ya da açıklamalar yaptılar. Fakat bu bize hiç de öyle görünmüyor. Bizim bütün selatin camilerimiz, İstanbul'da örneğin Sultanahmet Camisi olsun, Fatih Camisi olsun, Süleymaniye olsun, diğer camilerimiz olsun, hem ibadete hem ziyarete açık mekanlardır.Turistler de giderler, belli saatlerde belli kurallar çerçevesinde buraları ziyaret edebilirler.
Yabancıların yahut yerli turistlerin bu tür mekanları ziyaret etmesi için illa buraların müze olması gerekmiyor. Notre Dame örneği de var mesela Paris'te. Hem kilisedir hem müzedir. Ayin zamanı insanlar giderler orada ayin yaparlar Hristiyanlar. Normal zamanda da turistler giderler ziyaret ederler. Sacre Coeur Kilisesi vardır yine Paris'te. Bunun önünde bir engel yok. Ayasofya'nın da ibadete açılması yerli yahut yabancı turistlerin orayı ziyaret etmesine mani değil. Dolayısıyla dünya mirasından bir şey kaybetmesi söz konusu değil.Buranın tarihi tabii kilise olarak başlamış, cami olarak devam etmiş, sonra da müze olarak devam etmiş. Bu üç kimlik, Ayasofya'nın 3 hayatı içinde herhalde onun asli kimliğine en uzak olan müze statüsü. Yani bir mabet olarak kurulmuş, daha sonra camiye çevrilmiş ve 500 yıldan fazla bu şekilde devam etmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarında da biliyorsunuz Ayasofya bir cami olarak, yani 34'e kadar, 23'ten 34'e kadar, hatta 20'yi esas alırsanız Meclisin kuruluşundan, zaten cami olarak faaliyet göstermiş. Dolayısıyla buranın ibadete açılması Ayasofya'nın tarihi dünya mirası kimliğinden bir şey eksiltmez. Daha fazla insan oraya gidebilir, ziyaret edebilir.
Nasıl atalarımız oradaki Hristiyan ikonalarını muhafaza ettiyse bundan sonra da onlar muhafaza edilir. Ziyaretçilerin gene ziyaretine açılır. Bununla ilgili çalışmalar yapılır. Bunlar birbirini nakzeden durumlar değil. SORU: Peki ama mesela şimdi Avrupa'dan bakış olarak değerlendirdiğinizde ise aslı kilise olan bir yerin tekrardan camiye çevrilmesi, Türk hükümetinin dinlere karşı müsamaha göstermemesi gibi bir algı oluşturuyor. Sizin diğer dinlere karşı, oysa mesela hükümetinizin, biliyoruz işte Akdamar kilisesinin açılması, Sümela Manastırının yeniden faaliyete geçirilmesi konusunda (İbrahim Kalın araya giriyor İstanbul'da Demir Kilise'nin açılması) çalışmalarınız var.
Bu noktada gelecek olan eleştirileri Türkiye kaldırabilecek mi? Geçen Cumhurbaşkanımız bir önemli beyanatta bulundu bu konuyla ilgili, 'Belki vatandaşlarımız bilmeyebilir ama bugün Türkiye'de 400'den fazla kilise ve havra aktif olarak faaliyet gösteriyor.' dedi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yahut milletinin, toplumun gayrimüslim azınlıklara dönük böyle bir baskıcı, yok sayıcı, inkar edici bir tavrı olsaydı herhalde küçük ama canlı bir gayrimüslim cemaatimiz Hristiyan ve Yahudi cemaatimiz olmazdı bugün Türkiye'de. O kadar kilise, havra faaliyet gösteriyorsa bunu hem devlet böyle kabul ettiği hem toplumuz barışçıl bir şekilde böyle kabul ettiği içindir.Onlar da bizim toplumumuzun bir parçasıdır.
Bu toplumdan yüzlerce yıldır parçası olmuş insanlardır. Biz onlarla birlikte yaşıyoruz İstanbul'unda da Mardin'inde de birlikte yaşamaya da devam edeceğiz. Bizim başkalarının tavassutuna, müdahalesine ihtiyacımız yok. Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin Hristiyan vatandaşıyla da Musevi vatandaşıyla da eşit vatandaş olarak konuşurum, meselelerimizi ele alırım, ihtiyaçları varsa bunların karşılanması için elimizden geleni yaparız. Başkalarının aracılığına bizim ihtiyacımız yok.Cumhurbaşkanımız bu konuda son yıllarda en büyük vizyoner liderliği ortaya koymuş bir liderdir.
Bunu bana değil Hıristiyan ve Musevi cemaatinin temsilcilerine sorun, onlar size anlatacaktır. Yani bu cemaatlerin dini ihtiyaçlarının karşılanması, mabetlerin açılması, korunması, dini meclislerinin yani Saint Sinot'ta ve diğer din adamı ihtiyaçlarının karşılanması noktasında vatandaşlık verilmesi, geçmişe dair müsadere edilmiş, yani el konulmuş taşınmazlarının iade edilmesi ve diğer bütün konularda herhalde Türkiye'nin son 1015 yılda aldığı mesafe gerçekten gurur verici bir tablodur. Dini çoğulculuğa, barış ve istikrara katkı sağlayan adımlar atılmıştır, tarihi nitelikte adımlar atılmıştır.Ve baktığınız zaman bu konularda bizim gayrimüslim cemaatimizin hem devletin politikalarından hem uygulamalardan memnun olduğunu ama dışarıdan bu tür müdahalelerden de namemnun olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.