Deniz Zeyrek, bugünkü yazısında, "Normalleşmek istiyorsak, işe hak ettikleri fırsatları ve hayallerini çocuklara geri vermekle başlayabiliriz." değerlendirmesini yaptı.
İşte Zeyrek'in “Yeni Türkiye”nin en temel sorunu" başlıklı yazısı:
Devlet ve Cumhuriyet kavramını daha anlaşılır kılabilmek için en çok kullanılan cümle kalıplarından biri şuydu:
“Isparta'nın İslamköy'ünden Çoban Sülü'yü (Süleyman Demirel) devletin zirvesine taşıyan sistem.”
Bu kalıbı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bir çok Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı siyasetçi ve bürokrat için de çoğaltabiliriz.
Üstelik sadece siyasette, bürokraside değil, mühendislik, tıp, temel bilimler, spor, iş dünyası gibi alanlarda da dünyanın parmakla gösterdiği insanlarımız var. Mardin Savur'da 8 çocuklu bir ailede eğitimsiz anne babanın büyütüp okuttuğu Aziz Sancar'ın 2017'de Kimya Nobelini alması da aynı klişeye örnek verilebilir.
★★★
Türkiye Cumhuriyeti de neticede Osmanlı coğrafyasında değişik yerlerden gelip, askeri okullarda buluşan, subay olup, kurmay olup cepheden cepheye koşan idealist gençlerin isyanı ve mücadelesi ile kurulmuştu.
Selanikli yetim Mustafa'nın inancı, kararlılığı, zekası ve mücadeleci ruhuyla eşitler arasından sıyrılıp “Atatürk” oluşu da böyle bir süreçtir.
Geride bıraktığımız Cumhuriyet yılları da Türkiye'nin herhangi bir yerinde dünyaya gelen çocukların, ebeveynlerinin eğitim durumundan, ekonomik koşullarından, etnik kökenlerinden, mezheplerinden bağımsız bir şekilde, dezavantajlı dahi olsalar, zirveye çıkabildiklerine dair insan öyküleriyle doludur.
Özetlemek gerekirse, Cumhuriyetin asıl sırrı, Hakkari'de ya da Ardahan'da Atatürk İlkokulu'nda birinci sınıfa başlayan bir çocuğun, tıpkı Ankara'da İstanbul'da, İzmir'de ünlü okullarda birinci sınıfa başlayan yaşıtları ile benzer hayaller kurabilmesidir. Yani “büyüyünce Cumhurbaşkanı olacağım”, “Büyüyünce Genelkurmay Başkanı olacağım”, “Büyüyünce profesör olacağım” diyebilmesidir. Bu da bütün eksik gediklerine rağmen eğitim ve liyakat sistemimizin eseridir.
★★★
Ne yazık ki ülkemizde son yıllarda en çok o iki sistemle oynandı.
Ülkeyi yönetenler kendi ideolojilerine göre “ideal nesil” yetiştirme gayretiyle eğitim sistemine çomak soktular. Ne yazık ki bunu yaparken nasıl onaracaklarını bilmiyorlardı ve şu anda işin içinden çıkamıyorlar.
Diğer taraftan insanların yeteneklerine, kapasitelerine göre ilerlemesini sağlayan liyakat sistemi ya da “meritokrasi”, yerini eş dost akrabanın, siyasi ve ideolojik yandaşın ilerlemesini sağlayan “nepotizm”e bıraktı.
Artık devlete eleman alınırken, donanımları ne olursa olsun, “referansı” olmayanlar mülakatları geçmekte zorlanıyor. Hukuk devletinin temel ilkelerinden olan “suçun kişiselliği” unutulmuş, bireylerin değil ailelerin sicili belirleyici olmuş.
★★★
Türkiye'nin bir çok alanda irili ufaklı sorunları vardır ama kanımca bugünün en büyük sorunu, eğitim ve liyakat zincirinin kırılmış olmasıdır.
Artık bu ülkede çocuklar, fırsat eşitsizliği nedeniyle okula ayak bastıklarında “Cumhurbaşkanı olacağım” gibi büyük hayaller kurmakta zorlanıyor.
Haliyle devlete olan güvenini kaybediyor.
Normalleşmek istiyorsak, işe hak ettikleri fırsatları ve hayallerini çocuklara geri vermekle başlayabiliriz.
Veysel İpekçi o gücü nereden buluyor?
Bazı konuları ne kadar ustalıkla anlatırsanız anlatın, somut bir örnek kadar etkili olamazsınız.
Güngören Belediyesi'nde yaşanan olay, sayfalarca anlatabileceğiniz bir durumun özetidir aslında.
Veysel İpekçi isimli Başkan Yardımcısı, emrinde çalışan bir şoföre, kendisini görünce ayağa kalkmadı diye “saygılı olmayı” öğretmek istemiş ve “tuvalet kapısında oturma” cezası vermiş.
Olayda ne ararsanız var:
Nepotizm, güç sarhoşluğu, hazımsızlık, kural tanımazlık, yetkiyi suiistimal ve her şeyden önemlisi insaniyet yoksunluğu…
Ne ilk ne de son olacak bu olayı, benzer bir çok olay gibi kısa sürede unutacağız ve olayın kahramanı Veysel İpekçi çok yakında başka bir güçlü konumda karşımıza çıkacak.
İnanmıyorsanız muhteşem biyografisine bakın. İki maddesi çok dikkatinizi çekecek ve “o gücün kaynağı anlaşıldı” diyeceksiniz.