Yeni Parti kurma hazırlığındaki 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Ali Babacan’a yakınlığıyla bilinen Sivil Siyaset Hareketi isimli site, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç’la röportaj yaptı.
Abdullah Gül’ün yeni partisinde yer alacağı konuşulan Haşim Kılıç, AKP’yi ve AKP’nin getirdiği Cumhurbaşkanlığı sistemini eleştirdi. Yeni sistemi getirenlerin de şimdi kısık sesle eleştirilere başladığını ifade eden Hakim Kılıç, “İstikrarsızlığı gerekçe göstererek, sistem değişikliğinin şart olduğunu öne sürenler, ne olduğunu hala anlayamadığımız getirdikleri ‘yeni sistemin’ sorunları çözemediğini kısık sesle de olsa dile getirmeye başladılar” dedi.
Hakim Kılıç röportajındaki ilgili bölüm şöyle:
“S.S.H. : Mahkeme, verdiği kararlar dolayısıyla bir dönem demokratikleşmenin ve liberalleşmenin önünde engel olarak görülüyordu. Özellikle özelleştirmeler, siyasi parti kapatmalar, başörtüsü yasakları gibi kararlarıyla bir vesayet organı olarak algılanıyordu. Bu tür değerlendirmeler karşısındaki görüşünüz nedir? Siz, bu ve benzeri kararlarda nasıl bir tavır takındınız?
H.KILIÇ: Özelleştirme, parti kapatma ve başörtüsü hakkında verilen Anayasa Mahkemesi kararlarının değerlendirmesi şeklinde özetleyebileceğimiz sorunuzun cevabı oldukça uzundur. Ana hatları ile özetlemek gerekirse şöyle diyebiliriz: Özelleştirme uygulamaları AYM’de uzun yıllar tartışma konusu olmuş ancak bizlerin de ısrarıyla anayasanın 47. maddesinde 1999 yılında yapılan değişiklikle konu açıklığa kavuşturulmuştur. Esasen yapılan değişiklik AYM’nin engelleyici tavrını ortadan kaldırmıştır. Mahkemenin 1990’lı yıllardaki devletçi yapısı, özellikle haberleşme ve elektrik konusunda çıkarılan özelleştirme yasalarını ısrarla iptal etmiş, atılan adımların uzun süre ertelenmesine sebep olmuştur. İptal kararlarında gerekçeler daha çok anayasanın 47. maddesinde ‘devletleştirmenin yer aldığı, özelleştirmenin ise açıkça öngörülmediği, bu nedenle de yapılamayacağı konusunda yoğunlaşıyordu. Oysa Fransa Anayasa Konseyi de aynı yıllarda yapılan özelleştirmeler konusunda daha liberal yorumlar ile olayı çözmüş ve Fransa’da yapılacak özelleştirmelerin yolunu açmıştır. Ne yazık ki Türk Anayasa Mahkemesi bu kıvraklığı gösterememiş, 1999 yılında Anayasanın 47.maddesinde yapılan değişiklik ile olayı TBMM çözmüştür.
Siyasi parti kapatma davalarına gelince; bu konu ne zaman gündeme gelse gerçekten içimi hüzün kaplıyor. Siyasi parti kapatma davalarında AYM’nin iyi bir sınav verdiği söylenemez. Siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin uzun ömürlü olamamasının en önemli nedenlerinden birisi yaşanan darbeler ise, diğeri de AYM’nin kapatma kararlarıdır. Siyasi partilerin kısa ömürleri, demokratik kültürün ve uzlaşma yollarının gelişmesine engel olurken, günün sonunda sistem arayışlarının ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. İstikrarsızlığı gerekçe göstererek, sistem değişikliğinin şart olduğunu öne sürenler, ne olduğunu hala anlayamadığımız getirdikleri “yeni sistemin” sorunları çözemediğini kısık sesle de olsa dile getirmeye başladılar.
Şu gerçeğin altını çizmek zorundayım, AYM’nin önüne gelen kapatma davalarında, duyulan ideolojik vehim ve kaygılar sonucu, laiklik ile inanç özgürlüğü, terörle de ifade özgürlüğü arasındaki olması gereken evrensel sınırlar çizilememiş, sonunda kapatılan partiler mazlum konumuna düşürülmüştür. Endişe duyulan potansiyel tehlikeler partileri kapatmakla ortadan kalkmadığı gibi, tam tersine haksız rekabetin imkânlarından faydalanan yasaklı düşünceler daha geniş kitlelere ulaşma başarısını göstermiştir.
AYM’nin başörtüsü hakkında geçmişte verdiği her iki kararın da kimlere lojistik destek verdiği çok açık biçimde ortadadır. Bu kararlara dayanılarak yapılan baskının, dayatmanın, ikna odalarının ve yok edilen insanlık onurunun bedelini çok ama çok ağır ödedik. Hak ve özgürlüklerin insanoğlunun tartışmasız en kutsa değeri olduğu düşünülürse, bununla savaşan kim olursa olsun günün sonunda yenik düşmeye mahkûmdur. İlkel bir laiklik anlayışını bu topluma dayatanlar, bugün yaşadığımız sorunlardan şikâyetçi olmayı asla hak etmiyor. Devlet kudreti kimin elinde olursa olsun, ötekilerini yok sayan bir anlayışla var olamıyor.”