Auto-Created-3
24 Şubat 2020 ( 3745 izlenme )
Reklamlar

Rüzgar enerjisinde “alım garantisi” nedeniyle oynanan yabancı oyun

YENİ ÖĞRENDİM

Rüzgar enerjisinde “alım garantisi” nedeniyle oynanan yabancı oyun
Rüzgar ve güneş enerjisi “yenilenebilir enerji” kaynaklarının en değerlileri.

Su, kömür, petrol, doğalgaz ve nükleer enerji ile üretilen elektriğe oranla adeta “bedavaya” geliyor.

Türkiye bu açıdan hayli şanslı ve zengin bir ülke.

Rüzgar santralları ile elektrik üretme kapasitesi Türkiye’de yüzde 35’e kadar çıkıyor.

Güneş enerjisinde ise Türkiye kapasitenin yüzde 29’unu kullanabiliyor.

Bu oran Almanya’da yüzde 21 dolaylarında.

Diğer Avrupa ülkelerinde çok daha düşük.

Bu da Türkiye’yi  “yenilenebilir enerji kullanım kapasitesi” açısından çok cazip bir ülke haline getiriyor.

Özellikle Alman firmaları, Türkiye’yi adeta mesken tuttular.


 
Birçok büyük Türk şirketi, Almanlarla ortak santrallar kurdular ve bu devam ediyor.

Yerli ve yabancı şirketlerin enerji alanına yatırım yapmalarındaki en önemli itici güç “10 yıllık alım garantisi” verilmesi.

En son 2010 yılında verilen alım garantisi bu yıl sona eriyor.


 
Hükümet şu günlerde önümüzdeki 10 yıl için verilecek yeni garanti fiyatlarını belirlemeye çalışıyor.

İşte tam bu sırada yaşanan bazı gelişmeler halkın yine nasıl “soyulmak istendiğinin” bir göstergesi.

Daha önce bu hakkı alan şirketler buna devam edebilecekler.


 
Ayrıca santral yatırımlarının bu yılın sonuna kadar bitirmiş olanlar da bu haktan yararlanıyor.

Özetle; geçmişten bu yana santral işletenlerle santral yatırımlarını bu yılın sonuna kadar tamamlayacak olan şirketler “10 yıllık eski alım garantisi fiyatından” yararlanacak.

Bu tarihten sonraki yatırımlarda ise alım garantisi artık Türk Lirası bazında uygulanacak.

Enerji piyasasını iyi bilen çevrelerden aldığım bir bilgiyi aktarayım.

Almanların ünlü şirketi EnBW, Gelibolu’daki bir kullanım alanına yatırım yapmak üzere Borusan ile anlaşmış.

Ancak bölge ormanlık olduğu gerekçesiyle Orman Bakanlığı gerekli izinleri vermemiş.


 
Yatırım bölgesi bunun üzerine Çanakkale Biga bölgesine kaydırılmış.

Ancak bu kez de yeni bölge için hazırlanacak ÇED raporu ve Orman Bakanlığı izni sorunu çıkmış.

Bu izinlerin beklenmesi halinde yatırımın 2020 sonuna kadar yetişmesi mümkün değil.

Buna rağmen şirket, gerek Orman Bakanlığı, gerekse Maliye Bakanlığı ile yapılan alt görüşmeler sonunda henüz izinler tamamlanmadan inşaata başlamış.

Konuyla yakından ilgili olanlardan “Alman şirket, gerekli izinleri bu yılın sonuna doğru aldığında, yatırım da tamamlanmak üzere olacak.  Böylelikle önümüzdeki 10 yılın yüksek fiyatlı alım garantisinden yararlanacak” bilgisi aldım.


 
Aynı kaynaklarım “Bu şu anda bildiğimiz bir yatırım, son zamanlarda bakanlığa sunulmuş ve çoğu Alman firmasının başka yatırım talepleri var. Hiçbirinin yıl sonuna kadar yatırımları bitirmesi mümkün değil ama inşaatların başlamış olduğunu duyuyoruz. Bu yerli ve milli yatırımcıların aleyhine bir durum” değerlendirmesinde de bulundu.

SORDUM ÖĞRENDİM

Enerji üretiminde aslan payı doğalgazda
Türkiye elektrik enerjisini barajlardaki ve nehirlerdeki hidroelektrik santrallarından, kömür, petrol ve doğalgazla çalışan termik santrallar ile rüzgar ve güneş enerjisinden sağlıyor.

Üretimdeki barajlar dışındaki en büyük pay doğalgaz santrallarındaymış.

Elektriğin yüzde 35’i doğalgaz santrallarından elde ediliyormuş.

Rüzgar ve güneş santrallarından elde edilen enerji elektrik ihtiyacının yüzde 12’sini karşılıyormuş.

Eğer nükleer santral yapılırsa bu da yüzde 12’lik bir paya sahip olacak.


 
Yerli kömürden elektrik elde etmek elbette ucuz görünüyor ama çevreye verdiği hasar da ortada biliyorsunuz.

Su kaynakları şu an için çok ucuz görünse bile barajların da ömrü sınırlı.

Petrol ve doğalgaz hammadde olarak tamamen dışa bağımlı olmamıza yol açıyor.

Bu durumda bir rüzgar ve güneş cenneti olan Türkiye’nin yatırımlardan sonra sonsuza kadar adeta bedavaya elektrik üreten bu alanlara daha fazla yatırım yapmalı.

Şu anda elektrik üretimimiz kullandığımızdan daha fazla.

Elektriği bedavaya getirmemiz halinde, üretimimize yetecek enerjiyi dışa hiç bağlı olmadan üretme şansımızın olduğu ortada.

ŞAŞIRDIM

Böyle “stratejik derinlik” olabilir mi?
Din ticareti üzerinden siyaset yapanların son zamanlardaki çekişmelerini hem hayretle hem de keyifle izliyorum.

Türkiye’nin başına “siyasal İslam” sorununu saranlar şimdi yeniden sıralanma telaşı içindeler.


 
AKP’nin kurucu kadrolarında olanlar sağa sola savruldular, iktidardan yeterli avantayı alamayanlar şimdi tek başlarına her şeyin hakimi olmak için partileşme çabası içindeler.

Bu kesimin yeni konusu “siyasal İslam”.

Erdoğan siyasal İslam’ın Ortadoğu coğrafyasındaki lideri olmaya çabalarken yeni bir siyasi parti hazırlığı içindeki eski silah arkadaşı Abdullah Gül “Siyasal İslam çöktü” dedi.

Erdoğan’dan kopan ve yine parti kurma hazırlığı içindeki bir diğer din istismarcısı Ahmet Davutoğlu ise, muhtemelen henüz buradan ekmek yiyeceğini düşünerek “siyasal İslam savunması” yaptı Gül’e karşı.

Ama ne savunma!

Bakın Davutoğlu ne demiş;

“Trump’ın zihni, siyasallık bakımından ve Hristiyanlığın siyasal kullanımı açısından İslam dünyasındaki liderlerin çok daha ötesindedir. Yine Netanyahu’nun zihni için de Yahudiliğin siyasetle ilişkisi bağlamında aynı durum söz konusudur. Biz niye Trump’a ‘siyasal Hristiyan’, Netanyahu’ya ‘siyasal Yahudi’ demiyoruz da Müslüman dünyada din ile siyaset ilişkisini tanımlamak gerektiğinde siyasal İslam diyoruz? Bir kere bunu sorgulamak gerek. Çok ezberci bir tutum olarak görüyorum bunu. Bütün Ortadoğu coğrafyasında bir sıkıntı var. Siyasal İslam başarısız oldu demek, Sisi gibi bir darbecinin, Esad gibi kendi halkını katleden birisinin başarısı anlamında mı söylenir?”

Bunlar yaşlandıkça düşünme melekelerini de yitiriyorlar galiba.

Sorun bir siyasetçinin dini değil ki.

Menderes de Demirel de Özal da dini ön planda tutuyor, istismar da ediyordu.

Ama hiçbirine “siyasal İslamcı” denmedi.

Çünkü siyasal İslam; din kurallarıyla bir devlet ve hukuk sistemi kurmayı amaçlıyor.

Trump veya Netenyahu ya da Menderes’in amacı bu değil ki. Bir de “derin strateji” demezler mi?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Yabancıların, enerjide Türkiye aşkı nereden geliyor?
Başta Almanlar olmak üzere Avrupa ülkeleri Türkiye’de güneş ve rüzgar enerji santralları kurmak için akın akın geliyor.

Peki niye?

Türkiye’deki koşullar çok mu cazip?

Bir açıdan bakarsak, alım garantisi sayesinde enerji yatırımı hayli kârlı olabiliyor.

Ancak asıl önemli faktör 2023 yılında Avrupa’da başlayacak olan bir yasak.

Buna göre 2023’ten itibaren Avrupa Birliği ülkelerinde kullanılan enerjinin yüzde 85’i yenilenebilir enerji olmak zorunda.

Türkiye, şu anda bu anlaşmanın dışında.

Ancak aşağı yukarı aynı tarihlerde Türkiye’de enerji üreten yabancı şirketler bunun bir bölümünü yurt dışına da satabilecekler.

İşte yabancı şirketlerin iştahını kabartan konu bu.

Aynı yatırımla Türkiye’de üretilecek rüzgar ve güneş enerjisi, Avrupa ülkelerinin iki katından fazla.

Türkiye’de iş yapan yabancı şirketler 2023’ten itibaren ürettikleri elektriği, uygulanacak yüzde 85’lik yeşil enerji zorunluluğu nedeniyle Avrupa ülkelerine “istedikleri fiyata” satabilecekler.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Artık sıkıldım bu “tane” ile tanımlanan şehitler için, “misliyle karşılık verdik” laflarından
AKP Genel Başkanı Erdoğan, öyle şeyler söylüyor ki şaşayım kızayım mı, öfkeden deliye mi döneyim bilemiyorum artık.

Otoyol açılış töreninde “Libya’da birkaç tane şehidimiz” var dedi.

Gencecik evlatlarımız, hayatlarının baharında yok olup giderken, birer “tane” olarak anılıyorlar devleti yönetenler tarafından.

Ama devleti yönetenler yüreğimizi ferahlattıklarını sanarak ekliyorlar “Ama misliyle karşılık verdik” diye.

Bana ne?

Misliyle karşılık verilse ne olur, verilmese ne olur, yiten gençlerimiz açısından.

Kanları yerde kalmamış.

Kanları değil, canları yerde kalmamalı.

Şehitleri “tane hesabı” ile anlatan Erdoğan şöyle demiş o konuşmasında; “Biz gayrimeşru Hafter’e karşı, ücretli, lejyoner Hafter’e karşı biz orada yönetici, kahraman askerlerimiz ve Suriye Milli Ordusu’ndan ekiplerimizle beraber oradayız. Tabii birkaç tane şehidimiz var. Ama birkaç tane şehidimizin karşılığında da 100’e yakın orada, o lejyonerlerden etkisiz hale getirdik. Kardeşlerim, şunu hiçbir zaman unutmayacağız;  Şehitler Tepesi boş kalmayacak.”

Libya konusunda böyle bir konuşmayı da sarayın adamı İbrahim Kalın yapmış.

Demiş ki; “Hafter güçlerinin Trablus Limanı’nda bir Türk gemisine saldırıda bulunduğu doğrudur, ama bir taciz atışı oldu. İsabetsiz bir atıştı. Derhal misliyle ve fazlasıyla karşılık verildi.”  Mantık hep aynı.

Kahvehane kültürü düzeyindeki insanlara “Bizi vurdular ama git bir de onların haline bak” denmesi gibi.

Yazık bu ülkeye de gençlerine de.

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bakan Koca korona ölümlerindeki ortak noktaya dikkat çekti, bir kez daha uyardı Berat Albayrak, Türkiye Varlık Fonu'ndaki görevinden istifa etti AKP'yi 'sokak korkusu' sardı! Son anda vazgeçtiler... Erbakan'dan AKP'ye sert eleştiriler